Yayın Tarihi:
09 Eylül 2016 Cuma 00:00:00
Savaş tehlikesi ve Türkiye'nin rolü
"Le Monde Diplomatique” Dergisi’nin Eylül sayısında açık bir savaşın ayak seslerinin duyulduğundan söz ediliyor. Bir Kurban Bayramı öncesi okuyucularımı bu tür tatsız haberlerle üzmek istemem ama Michael Klare imzalı yazının özeti bu. Çin Denizi’nde oldubittiler, Kırım ve Polonya’da büyük tatbikatlar, Doğu Avrupa’da Füze Kalkanı çalışmaları… Kısacası nükleer güçler birbirlerine meydan okuyor.
ABD saldırganlığı
Washington, Moskova ve Pekin’de şahinler işi ele alıyor. Rusya sınırına 4 askeri birlik yerleştiren NATO yetkilileri gerilimi daha da arttırdılar. Bu ortamda Batılı strateji uzmanları açık bir savaş olasılığını gözardı etmiyorlar. Bugün gazetemizde haberi verilen Karadeniz’deki it dalaşı tehlikenin büyüklüğünü ortaya koyuyor. Anlaşıldığı kadarıyla Amerikan P-8 Poseidon casus uçakları Karadeniz üzerinden tam karasuları çizgisi boyunca Batı’dan Doğu’ya doğru uçarken, 2 kez tehditkâr biçimde Kuzeye yani Rusya’ya yönelmişler. Rus avcı uçakları da onları engellemiş. Aşağıda denizde Rus bahriyesinin tatbikat yaptığıbir sırada bu tür sataşma eylemleri elbette ki tehdit ve boyun eğdirme dışında başka bir amaç taşımıyor.
Bisküvi kralı
Kırım’ın Ukrayna’dan bağımsızlığını ilan ederek Rusya’ya katıldığı 2014 yılından beri iki nükleer güç arasında bu tür çekişmeler sık sık yaşanmıştır. Bilindiği gibi 2014’ün hemen başında Batı’nın organize ettiği bir turuncu devrim sonunda yasal hükümet bir darbeyle indirilmiş ve devlet başkanlığına bisküvi ve çikolata kralı Petro Poroşenko getirilmiştir. Bir Rusya düşmanı ve Ukrayna milliyetçisi olan bisküvi kralının iktidara gelmesinden sonra halkının çoğunluğu Rusça konuşan Doğu Ukrayna ve Kırım Bölgeleri bu ülkeden ayrıldıklarını söylemişler ve daha sonra Kırım Moskova’nın yönetimi altına girdiğini ilan etmiştir. Bu gelişme Türkiye’de de politika, iş âlemi ve sivil toplumda güçlü bir varlık gösteren Kırım lobisini rahatsız etmiş bulunmaktadır. Sonuçta bu olay Rusya ve Batı arasındaki gerilimi yükseltmiş ve Karadeniz’de ta 1972 yılından beri görülmedik olaylar yaşanmıştır.
Sadede geldiler
Son 1-2 yıla gelinceye kadar Batı dünyasında daha çok terör konusu tartışılırken artık politikacılar “sadede gelmiş” görülüyorlar. “Le Monde Diplomatique” yazarının dediği gibi “Asıl endişe verici olan çok sayıda politik yöneticinin savaşın sadece mümkün olmakla kalmayıp her an patlayabileceği düşüncesine sahip olmalarıdır.” Dünya tarihinde görüldüğü gibi ülkeler arasında bu tür bir algının öne çıkması diplomasi yoluyla çözülebilecek sorunların savaşla sonuçlanmasını getirmektedir. Zaten InstitutForNational Strategic Studies (INSS) adlı kuruluşun 2015 seminerinde de belirtildiği gibi artıkRusya ABD ve NATO belgelerinde savunma alanında bir öncelik olarak yer almaktadır.
23 Ağustos tarihli yazımda da belirttiğim gibi ABD’nin küresel stratejisinde asıl amaç Rusya’yı çevrelemektir. Ekonomik planda ABD’nin en büyük rakibi Çin olmakla birlikte bu dev ülkeye sıra Rusya’nın çevrelenmesinden sonra gelecektir. Nitekim Güney Çin Denizi’nde ABD ile Çin arasında bir gerilim yaşanır yaşanmaz Çin donanması Rus donanmasıyla ortak tatbikatlara başlamıştır. Son G20 Toplantısında da görüldüğü gibi Çin ve Rusya birlikteliği ABD emperyal gücüne karşı bir denge unsuru olabilmektedir. Yine G20’de ortaya çıkan yeni bir eğilim Japonya’nın da 2’inci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez harekete geçip ABD’nin pasif bir takipçisi olmayı bırakmaya başlamasıdır.
Güç dengesi barış getirir
Son yıllarda gördüğümüz ve özellikle 2008 büyük krizinden sonra hızlanan eğilim küresel gücün Orta Doğu’da ve Afrika’da ulus devletleri bölüp parçalamaya çalışması ve bunu başaramazsa Libya’da yaptığı gibi ülkeleri toptan ortadan kaldırmasıdır. Bu girişimlerin ortaya çıkabilmesinin nedeni ABD’nin ve onun Batılı müttefiklerinin elinde çok fazla askeri, siyasi ve ekonomik güç birikmesidir. Bu güç durdurulamadığı takdirde dünya barışı için büyük bir tehlike kapıdadır.
İşte bu nedenle Türkiye’nin de Rusya ile barışması, Çin ile terörle mücadele de dâhil olmak üzere çeşitli alanlarda işbirliğini yoğunlaştırması ve İsrail ile yeniden belli bir denge yaratması barış için son derece olumlu olmuştur.
Bu arada, son yılların en önemli gelişmelerinden biri ise Filistin lideri Abbas ile İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Moskova’da Putin aracılığıyla buluşacak olmalarıdır. Görüldüğü gibi Orta Doğu patronu ABD imajı yıkılmıştır. ABD’den Filistin konusunda merhamet ve yardım dilenen liberal “Ilımlı İslamcı” Lawrencelerin imajı da fena halde yara almıştır.
Tarih yazdık
Türkiye’nin bir ABD uydusu olmaktan çıkması uluslararası alanda bir güç dengesi sağlamaktadır. Dünya ana kıtasının merkezi olan Türkiye bağımsız olunca emperyal egemenlik sarsılıyor, barış umutları da haliyle artıyor. Bunu sağlayan gelişme halkımızın Erdoğan liderliğinde başardığı 15 Temmuz direnişidir. 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi gerçekleşseydi şimdi ABD ve müttefiki Almanya’nın emelleri uğrunda Ukrayna cephesinde bir piyonduk. Yurtta iç savaş ve dünyada savaşa izin vermeyen halkımız tarih yazmıştır.