Kayahan Uygur


Yayın Tarihi:

28 Ağustos 2017 Pazartesi 00:00:00

Beyaz Müslümanlara uyarı 

Batı medyasında sıklıkla okuduğumuz ve zamanında liberallerin ağızlarında sakız olan “ılımlı İslam” kavramı artık çaptan da, Batılıların gözünden de düştü. Türkiye’deki “Beyaz Müslümanlar” bunun pek farkında değiller ama artık Trump Amerika’sında Müslümanın karasına da beyazına da, hatta Müslüman ülkelerden gelip de dindar olmayanlara bile ters bakılıyor. Bu bir politika değişikliğidir ve şimdiden çok önemli sonuçlar doğurmaya başlamıştır. 

“Ilımlı İslam” yok artık 

Trump’dan önce bile ABD’nin İslam ülkelerine yönelik politikaları eskisi gibi değildi. İslam’ı “ılımlı” ve “radikal” şeklinde ikiye ayırma anlayışı daha 2013 yılında değişmiş, devlet ve genel olarak Amerikan elit kesimi için artık “İslam” konulu bir proje kalmamıştı. 

Suriye ve Irak politikalarında çark etmeden, İran’la anlaşmadan ve DAEŞ ortaya çıkmadan önceki ABD çizgisi özellikle Ortadoğu’ya demokrasi ihraç etmek şeklindeydi. Katı İslam olarak adlandırılan geleneksel İslam’la mücadele ediliyor ve Batı değerleriyle kokteyl haline getirilmiş “ılımlı İslam” tüm bölge ülkelerinde egemen kılınmak isteniyordu. 

Şeytan ülkeler de yok 

11 Eylül 2001 Olayından sonra George W. Bush’un konuşmalarında ve ABD’nin 2002 strateji belgesinde bazı ülkeler “şeytan” ve terörist ilan edilmiş ve onlara karşı çıkacak “ılımlı” Müslümanlara en geniş desteğin verileceği vaat edilmişti. 

Bu “şeytan” ülkeler, “kötülük eksenleri” ve “terörizmin hamileri” olan Irak, Afganistan ve İran’dı. ABD ise dünyada “iyiliği” temsil ediyordu. Konunun Müslümanlarla ilgili yanlarına girmeden önce, bu Amerikan aklına göre ebedi “iyilik ve kötülük savaşı” konusunu anlamaya çalışalım. Bu dinsel yaklaşım kendilerine “yeni muhafazakârlar” diyen ve Cumhuriyetçi Parti’ye kapak atmış bir çevreden kaynaklanıyordu. 

Troçkist paraleller 

Genellikle eski solcu olup sonradan liberalleşen bir grup Troçkist kökenli aydın 1990’larda ABD siyaseti ve bürokrasisi içinde iyice güçlenmişlerdi. ABD medyası ve akademik hayatta da etkili olan bu paralel yapıya göre dünyada değerlerin ülkelere göre değişik olabileceği görüşü yanlıştı. Kısaca “senin dinin sana, benim dinim bana” ilkesini reddediyorlardı. Adına sosyal bilimde “rölativizm” denilen bu yaklaşım artık bir yana bırakılmalıydı. Bunu yerine dünyada biricik evrensel değer olarak Batı değerleri kabul edilmeliydi. 

Yahudi ilahiyatı 

Politikada Başkan Bush’un “ya bizdensin, ya bize karşısın” şeklinde ifade ettiği fikir aslında Musevi ilahiyatından ve Yahudi düşünür Leo Strauss’un görüşlerinden alınmıştı. Mesele, bir takım ilahiyat teorileri kullanılarak ABD’nin bir cins Mehdi olarak ilan edilmesiydi.   

Amerika, iyiliğin temsilcisi olarak tüm dünyaya egemen olacak, Kudüs, Yahudi Devleti’nin başkenti ilan edilip, Süleyman Tapınağı yeniden yapılacaktı. İşte iyilik buydu, kötülük ise Müslümanlardan kaynaklanan terördü. İsrail’de örnek bir toplum oluşturulunca, bir takım iyi Müslümanlar Yahudilere hak verecekler, onlarla diyaloga girecekler ve “bin yıllık” barış ve huzurun bir parçası da “ılımlı Müslümanlar” olacaktı. Bu fikirleri İbni Sina’nın, Farabi’nin, İbni Tufeyl’in, Meymunid’in ve Herman Cohen’in iyi bir okuyucusu olan Talmutçu filozof Leo Strauss geliştirmişti. 

Diyalogcu Müslümanlar 

2001’den 2013’e kadar geçen 12 yıllık dönemde dünyadaki İslam ülkelerinde birçok insan bu “ayrıntılardan” tam olarak haberdar olmasalar da Amerikalıların “Rumi” ya da “İbrahimî” bir işbirliği olarak sundukları bu projeye sıcak baktılar. ABD Anayasasını evrensel bir metin ve ABD’yi bir dünya devleti olarak kabul ettiler. Dini yaşam ve ibadetlerini evrensel ABD rejimi altında rahatlıkla sürdürebileceklerini sanarak kendilerini adeta küresel toplum içinde bir dinsel azınlık olarak gördüler. Vatan, millet, bayrak ve milli devletin kafalardan tamamen silinmiş olduğu, kimi beyinlerin tamamen sıfırlandığı bu dönemde Türkiye’de pek yaygın bir yaklaşımdı bu.  

Yeni komprador İslamcılar 

Ülkemizde esas olarak FETÖ tarafından savunulmuş olan bu Amerikan “ılımlı İslam” konsepti belli bir toplumsal kesimin ideolojisi haline geldi. Adına “Beyaz Müslümanlar” denilen, üst gelir grubuna mensup, kendileri ya da çocukları ABD eğitimli, liberal demokrasiyi ve AB değerlerini hayat felsefesi olarak kabul edenler türedi. 

Bunların ibadet dışında yaşam tarzı ve olaylara yaklaşım bakımından TÜSİAD kompradorlarından hiçbir farkları yoktu. Türkiye’de siyasete ağırlıklarını koymaya çalıştılar, FETÖ ile sürekli flört ettiler. Seçilmiş ve halkın desteğini alan insanları yıpratmaya, partilerde, belediyelerde, medyada gizli hizipçilik ve adam sokuşturma yollarıyla dizginleri ellerine almaya çalıştılar. Halkın gönlünde yer etmiş Erdoğan’ı etkisizleştirmeye yeltendiler ve kendi diplomalı cahillerini parlatmak istediler. 

İhanet önce sizi vurur 

15 Temmuz bu kesimi kısmen etkisiz hale getirmişse de sonradan pasif direnişe geçtiler. 16 Nisan’da “Hayır” oyu veren bu sosyal kesimdir. Şimdi hâlâ eski “ılımlı İslam” değerlerine sarılarak iktidarı paylaşmaya çalışıyorlar. Bunun için el altından dış destek aradıkları her hallerinden bellidir. Yanılıyorlar, ABD o konsepti çoktan bırakmıştır. Türkiye’de halkın seçtiği demokrat lidere sığınmak dışında hiçbir çareleri yoktur. Yapacakları her ihanet yoksul halktan çok onların zararına olacaktır, rövanşizme destek verirlerse ilk bedel ödeyecek de onlar olur. Benden söylemesi.