Yayın Tarihi:
10 Şubat 2017 Cuma 00:00:00
“Seçkinci” demokrasinin iflası ve akademisyenler
"Seçkinci demokrasiyi” bir oksimoron olarak seçtim. Bu bir saçmalıktır, “zayıf şişman”, “kara beyaz”, “uzun kısa” gibi birbirini reddeden çifte anlamlı bir söylemdir. Gerçekte “seçkinci” demokrasi olamaz. Demokrasi halk idaresidir, seçkinciliğe karşıdır, imtiyaz ve sınıf egemenliği tanımaz.
İmtiyaz olamaz
Demokratik bir toplumda, toplum varlığının temel koşulu olan devlete hiç kimse hakaret edemez. Profesör, öğretim üyesi ya da araştırmacı olmak devlete katil deme hakkını kazandırmaz. Nasıl marangoz, tapu memuru ya da çoban imtiyazlı değilse öğretim üyesi de başka insanlarda olmayan hakları kendisi için talep edemez.
Son günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin teröre karşı verdiği haklı mücadeleye kara çalmaya çalışan bir bildiriye imza atmış olan bazı akademisyenlerin devlet okullarından ihraç edilmiş olması tartışılıyor. Bu uygulamayı eleştirenler demokrasi zırhına sarılıyorlar, halbuki demokrasinin genel ilkelerini çiğneyip imtiyaz isteyenler kendileridir. Bu akademisyenler devlet okullarında çalışmaktaydılar, hem orada çalışıp hem de kendilerini istihdam eden devlete haksız ve asılsız suçlamalar yöneltmek ve hakaret etmek mümkün değildir. Bazı akademisyenler, yazdıkları militan metni bir fikir açıklama, kanaat belirtme olarak gösteriyorlar ki bu da gerçekdışıdır, yapılan bir bilimsel faaliyet değil politik ajitasyondur. Terör örgütüne destek mahiyetindedir.
Hoşgörü istismarı
Akademisyenlerin bildirisi asker, polis ve sivil vatandaş olarak yüzlerce şehit verdiğimiz bir dönemde yazılmıştır. Bildiride açıkça demokratik hükümet suçlanmakta, eli kanlı terör örgütü savunulmakta ve devlet teröristlerin taleplerini kabul etmeye çağrılmaktadır. Bu propagandayı yapan insanların devlete ait eğitim kurumlarında çalışamayacakları tabiidir.
Teröre destek bildirisi ilk yazıldığında failleri hakkında soruşturmalar açılmış, fakat dönemin başbakanının hoşgörü ve himayesiyle bunlar durdurulmuştur. O dönemde aşırı bir teslimiyetçilik içinde terör destekçilerine bir hak daha verilmiş ve imzalarını çekme olanağı tanınmıştır. Bugün devlet okullarından çıkarılanlar işte bütün bu hoşgörüye rağmen terör yandaşlığında ısrar edenlerdir.
Darbeden ders alalım
Teröre destek bildirisi o dönemde ülkemizde kaos ve anarşinin gelişmesine yaramış, şehit sayımızın artmasıyla neticelenmiş, ülkemizi yıkmak ve demokrasimizi çökertmek isteyenleri cesaretlendirmiştir. Sonuçta bildiriyi takip eden dönemde kanlı bir kalkışma ve işgal teşebbüsü meydana gelmiştir. Bu darbede rol alan yabancı kontrolündeki binlerce ajan tutuklanmış, bunların devletteki uzantılarının bir kısmı tasfiye edilmiştir.
Bugün devletten uzaklaştırılan akademisyenler kendi durumlarının FETÖ ile ilgili olmadığını söylüyorlar. OHAL döneminde alınan bütün kararların FETÖ ile ilgili olması gibi bir kural ya da zorunluluk tabii ki yoktur. FETÖ, PKK, DAEŞ ve her türlü terör konusu OHAL’de ele alınacağı gibi terör destekçiliği, teröre övgü ve devlet içindeki terör yandaşları da OHAL kararlarına konu olabilir. Bu bakımdan akademisyenlerin ihracını eleştirenlerin konuya FETÖ karıştırmalarına da gerek bulunmamaktadır. Yok, eğer devlet okullarında FETÖ mensubu akademisyenlerin hâlâ var olduğu ve bunlar hakkında işlem yapılmadığı konusunda bir iddiaları varsa bu konudaki somut bilgileri ilgili makamlara iletmeleri gerekir.
Demokrasi cahilleri
Terör destekçisi akademisyenlerin ihracı konusunda eleştirel fikir belirtenlerin demokrasi konusunda çok yanlış fikirlere sahip olduklarını görüyoruz. Demokrasi liberallerin sandıkları gibi bazı azınlık grupların ya da imtiyazlı kesimlerin hak ve ayrıcalıklarını savunma rejimi değildir. Demokrasinin yaşanması için her şeyden önce bir toplumun var olması gerekir, bunun için de bir devlet, bir vatan ve bir bayrak bulunmalıdır. Millet şeklinde bir araya gelmiş canlı bir organizma mevcut olmalıdır.
Millet varlığının en değerli organlarından olan devlet üniversitelerinde suçu, suçluyu, insanlık dışı ve Türkiye düşmanı eğilimleri, terörizmi övmenin yasak olması Türkiye’nin bir üstünlüğüdür. Bunu anlamamak, Türkiye’deki uygulamaları “dünyanın gerisinde” saymak Türk aydının geri kalmışlığından ve dünyayı hep 25 yıl öncesinin gözüyle takip etmesinden kaynaklanmaktadır.
Bittiler
Liberal “dünya vatandaşlarının”, küreselciliğin nimetlerinden istifade edebilen imtiyazlı azınlığın korunduğu yapay ve Batı merkezli “seçkinci demokrasi” dünyanın her tarafında iflas etmektedir. ABD ve İngiltere’deki gelişmeler şimdi de Avrupa’ya sıçramıştır. Demokraside halk kavramı, çoğunluk hakları, vatan-bayrak-millet çizgisi ön plana çıkmaktadır, artık çağdaşlık budur. “Ben şuyum, buyum, şucuyum, bucuyum, beni koruyun” devri bitmiştir. Avrupa’da halkçı politikalar önem kazanmakta, 25 yıllık basmakalıp sözlerle küreselcilik reklamı yapma dönemi kapanmaktadır.
Ortadoğu kan ve ateşe boğulmuşken, Afrika açlıktan kıvranırken, Batı ülkelerinin halkları yoksulluğun pençesindeyken demokrat maskeli liberallerin eşcinsel evliliği gibi fantezileri nasıl artık insanları fazla ilgilendirmiyorsa, bizim akademisyenler de hiç umutlanmasınlar artık Batı’dan da kendilerine en ufak bir himaye gelmez, gelemez.
Bakın şunlara
Halkımız bu akademisyenler içinde en fazla “ben Kemalistim, bana bu yapılır mı?” ya da “ben Müslümanım” diye bahane arayanlardan nefret ediyor. İnsanlar onlar için “Hem terörist PKK’ya destek veriyorsunuz, hem de Atatürk’ten, İslam’dan dem vuruyorsunuz ha!” diyorlar. Demek ki bu insanlar, ne halkı, ne de kendilerini tanıyorlar. Akademisyen olmuşlar, neye yarar?