Yayın Tarihi:
14 Şubat 2017 Salı 01:00:00
Teröristler hayır diyorsa
Referandumla ilgili yeni bir algı operasyonu dikkat çekiyor. Siyasiler “bakın teröristler HAYIR diyor, siz de bundan ders çıkarıp EVET deyin” şeklinde konuşursa bu bölücülükmüş, ayrımcılıkmış, hatta HAYIR diyen herkesi terörist olmakla suçlamakmış. “Bu iddia boş laftır” diyeceğim ama tam olarak da öyle değil çünkü bir amacı var. Bu amaç HAYIR etrafında kurulan PKK, HDP, FETÖ ve CHP koalisyonunu korumak, EVET kampını etkisizleştirmek ve kampanyanın EVET yönünden renksiz ve sönük bir hale gelmesini sağlamaktır. Bu tezi savunanlar zaten açıkça da söylüyorlar, toplumun artık bir “normalleşme” istediğini öne sürüyorlar.
Abiler rahatsız
Bu “sakın terör örgütlerini örnek göstermeyin” ısrarı muhafazakâr medyada bazı köşe yazarları, kendisini siyaset uzmanı ve “mahalle abisi” sayan birileri tarafından durmaksızın tekrarlanıyor. Türkiye kamuoyunda “siyaseten doğruculuk ” peşindeki bazı aydın ve demokrasi fetişistleri de bu tuzağa düşüyor. Burada varılmak istenen amacı daha iyi anlamak için 7 Haziran seçimlerine dönelim. Çünkü orada da vurgulanan ve yapılmak istenen yumuşak ve “normalleşmeye” yönelik bir kampanyaydı.
7 Haziran’da kullanılan “Onlar konuşur, AK Parti yapar” sloganını hatırlıyor musunuz? O slogan sonuçta pek de başarılı olmadıysa bunun sorumluluğu tanıtımcılara ait değildi, tanıtım ekibi kampanyada izlenecek çizgiye uygun bir slogan bulmuştu. O seçimlerde, sanki bir “normalleşme”, yumuşama arayışı vardı ve bu cümle bu yaklaşımı çok güzel bir biçimde özetliyordu, dolayısıyla kendilerinden istenileni uygulamakta tanıtım ekibi çok başarılıydı. Ancak, sorun oradaydı ki yumuşama taktiği yanlıştı ve karşı tarafta, özellikle HDP cephesinde o yönde bir eğilimden eser bulunmuyordu.
Farkı fark ettirmek
“Onlar konuşur, AK Parti yapar” sloganı bu partinin iyi yönetim, beceriklilik ve proje gerçekleştirme başarısını vurgulamaktaydı. Sloganın ikinci bölümü bu yönüyle vurucu olsa da bir sorun vardı. “Onlar”, sadece konuşmakla yetinmemekte, sürekli aleyhte konuşmaktaydı. Burada söz konusu olan beceri ya da beceriksizlik değil, “iki tarafın ” değişik bir vizyonlara sahip olmalarıydı.
Son yıllarda AK Parti’nin yaptığı ne kadar proje varsa CHP hep karşı çıkmıştı. Yani sadece konuşmakla kalmamış, kötülemiş, mahkeme kapılarına dayanmış, her yolla engel olmuştu. Trakya’daki dere ıslah çalışmalarından, Artvin’deki HES’lere, havaalanlarından hastanelere, Marmaray’dan Yavuz Sultan Selim köprüsüne kadar her projede olay çıkaran, bağırıp çağıran bir kesimin sadece konuştuğunu iddia etmek bir kere gerçekçi değildi.
Kampanyayı soğutma çabası
Bu durumda AK Parti ile CHP, iktidar ile muhalefet arasındaki farkları silen ve sadece “beceriklilik” temasına indiren kampanya hitap edilen kitlede yeterince heyecan uyandırmadı. Dahası kampanya teması bir bakıma CHP’ye de yapılmış bir haksızlıktı (!), pekâlâ itiraz edebilir, “sadece konuşmakla kalmadık, engellemek için çok çalıştık” diyebilirlerdi. Sırf kutuplaşmayı önlemek, iktidar muhalefet ilişkilerini daha yumuşak bir hale sokmak için gerçekdışı savlarda bulunmak doğru muydu?
Bu satırları yazmamın amacı elbette geriye dönüp 7 Haziran’ı tartışmak değil, normalleşme ve yumuşama konusunu ele almaktır. 7 Haziran 2015 öncesi dönemde “normalleşmeye” doğru bir gidiş vardı. Hatta bugünden baktığımızda durumun bunun tam tersi olduğunu görüyoruz. Ama buna rağmen özellikle aydınlar arasında bir kesim ısrarla “normalleşme” çağrıları yapıyorlardı. Nitekim aynı kesim 7 Haziran sonrasında da AK Parti-CHP koalisyonu için baskı yapmaya başladılar. Cumhurbaşkanı’nın siyasete müdahale ettiğini ve bunun yanlış olduğunu vurguladılar. Aslında bugün de “aman bu işe teröristleri karıştırmayalım” diyen kafa aynı kafadır.
Ayağa kalkan devi bağlamak
O dönemle ilgili fazla ayrıntıya girmeden şunu söyleyebiliriz, burada söz konusu olan ayağa kalkmak isteyen bir devi zincirlerle bağlamak ve uyuşturmaktan ibarettir. Bunlar seçim ya da referandum dönemlerinde kampanya ne kadar renksiz ve heyecansız, soğuk ve sönük geçerse uyuyan devin de bir türlü uyanmayacağını biliyorlar. O dönemde acilen “normalleşme” çağrıları yapıp bugün de aynı çizgiyi devam ettirenlere kanmamak, inanmamak gerekir.
Türkiye’de “normalleşmenin” ilk adımlarının atılabilmesi için bile önce başkanlık sistemine geçiş şarttır. Bir darbe ve işgal girişimi atlatan, ordu ve devletinde önemli ve zorunlu tasfiyeler olan bir ülkenin henüz “normalleşme” sürecinde olmadığı açıktır. Unutmayalım, aynı çevreler bir yıl önce bizi neredeyse Rusya’yla savaştıracaklardı. Kaldı ki Türkiye değişik küresel terör örgütlerinin ortak ve koordineli bir saldırısı altındadır ve bunlara karşı iki ayrı ülkeye asker göndermiştir. Bu durumda devletini yeniden yapılandırmak, teröre karşı kalıcı başarılar kazanmak ve küresel saldırıları uzunca bir süre için püskürtmek isteyen ülkemiz başkanlık sistemiyle en etkin araca kavuşmuş olacaktır.
15 Temmuz’un devamı
Cumhurbaşkanı Erdoğan referandumun bir bakıma 15 Temmuz’un bir merhalesi olduğunu söylemekle çok önemli bir noktaya dokunmuştur. 15 Temmuz’da aldığımız taraf referandumdaki safımızı belirlemekte önemli bir ölçüt olacaktır.