Yayın Tarihi:
16 Aralık 2018 Pazar 08:00:00
Gerçeğin değeri
Dünyanın büyük güçleri arasında müthiş bir mücadele var. Bu mücadelenin gerçek sebepleri hakkında bu ülkelerin uzmanları tarafından yapılmış binlerce araştırma ve yazılmış yine binlerce kitap var.
Bütün veriler ekonomik depremlerin, siyasal ve askeri türbülansları tetiklediğini göstermektedir. Ülkesel ve küresel sosyo-ekonomik istatistikler hemen hemen tüm ülkelerde dramatik şekilde bozulmaktadır. Böyle durumlarda, eskiden, sorunların çözümü için yeni paradigmalar, yeni ideolojiler ortaya atılır ve bir tartışma ortamı oluşturulur ve devletlerarası mücadelenin bir başka boyutu en azından belli ilkeler kulvarına alınırdı.
Gelinen noktada ise tüm ideolojilerin, tüm paradigmaların, tüm dogmaların ve tüm dinlerin zemin kaybettiği, kaybettirildiği görülmektedir. Ve şu anda belirtileri uç veren yeni ideoloji-ler ve başkaca çözüm paketleri de ortalıkta yoktur. Diplomatik, fikirsel ve akli yollara ve yöntemlere başvurulmuyorsa veya bunlara başvuruluyor gibi yapılıyorsa, saklanan gerçeğin büyük olduğu ve gidilmekte olan istikametin hiç de hayra alamet olmadığını tespit etmek bir zorunluluktur.
Girişte “Bu durumda tüm dünyadan saklanan gerçeğin ne olduğunu, sosyo-ekonomik istatistikler, araştırmalar ve analizlerden görmek mümkündür” vurgusu yapmıştık. Bunun en azından tüm önemli devletler ve önemli aktörler tarafından görüldüğünü ve bilindiğini kabul etmek de aklın gereğidir.
Evrendeki periyodik Ay ve Güneş tutulmaları gibi küresel bir akıl tutulması yaşandığı gerçeği trajik bir biçimde önümüzde durmaktadır. Aslında büyük bölgesel ve küresel savaşlar ve çekişmeler ile meydana gelen büyük çöküşler, küresel akıl tutulmalarının da periyodik olduğunu fakat bu periyodun sabit olmadığını da göstermektedir. Böylesi bölgesel ve küresel mücadelelerin eninde sonunda bölgesel ve küresel kırılmalara sebep olacağını tarih matematiği kesin bir şekilde tespit etmektedir.
Milletlerden gizlenen bölgesel ya da küresel gerçeklerin neler olabileceğinin sır olmadığını, bunların açıkça ilan edildiğini de başlangıçta vurguladık. Yine tarih böyle durumlarda insanların, kitlelerin ve devletlerin, siyasal, ekonomik, ticari, mali, finansal, sosyal, kültürel, etik ve psikolojik dogmalarla hareket ettiklerini, aklı, bilgiyi ve kadir-i mutlak iradenin yasalarını dikkate almadıklarını da sürekli not eder ve etmiştir.
İnsan aklının ve yeteneklerinin sınırlarına ulaşıldığı her dönemde bireyler ve kitleler, “hicret” kavramını da dikkate almak durumundadır. Mekânsal hicret kadar zihinsel hicret, düşünce zenginliği ve seçenek çeşitliliği de göz önüne getirilmelidir.
İnsanları, kitleleri ve devletleri belirli davranışları yapmak ve belli tepkileri vermek zorunda bırakmak ve bunların sonuçlarını da inşa etmek, normal şartlarda “maharet” olarak görülmekte ve takdir edilmektedir.
İnsanın çamurdan yaratılışı, yani balçığın ete-kemiğe büründürülerek ve birçok yetenekle ve akılla donatılarak, estetize edilerek var edilmesinden alınacak dersler çoktur. Çamur “insana” dönüştürülebilmişse ve farklı şekilde yaratılma mümkün kılınmış ise farklı çözümler üretmek de her zaman mümkündür.
İnsanlardan saklanan asıl gerçek, insanın üretme yeteneğidir ve bunun da sonu yoktur. Bu gerçek insanı her zaman kurtaracaktır. Fakat Kâbil gibi ilkel benliğinin, egolarının ve “çıkarlarının” esiri olanlar, eninde sonunda katletmek zorunda kalır. Yeni çözümler üretemeyen ve yeteneklerini kullanamayan insanlar, kitleler ve devletler, eninde sonunda ya öldürürler ya da öldürülürler. Bu ilkel kısır döngü içinde kaldıkça tarih insanların savaşlarını yazmaya devam edecektir.