Yayın Tarihi:
05 Aralık 2020 Cumartesi 08:00:00
Erdoğan-Macron gerginliği daha da büyüyecek mi?
Bir siyasi geleneğin içinden yetişmemiş ve oluşan bir karambolde Fransa gibi bir ülkeye Cumhurbaşkanı olmuş acemi siyasetçi Macron Türkiye-Fransa arasını germeye devam ediyor.
*
Karambolde seçilen ve bir kez daha seçilme ihtimali bulunmayan Macron özellikle ülkesindeki Türk ve Müslüman düşmanlığına oynayarak aşırı sağ oyları almak istiyor. Bu köşede daha önce de Macron ile ilgili yazılar kaleme aldım. Bu gerilimin artacağını öngördüm.
*
O yazıların linklerini de koyuyorum:
https://m.gunes.com/yazarlar/rasim-ozan-kutahyali-465/macronun-turk-milleti-yanilgisi-1094316
https://mobile.twitter.com/rasimozan_k/status/1307223451594379270
*
Macron, önce Dağlık Karabağ meselesinde ısrarla ortalığı karıştırıcı provakatif bir rol üstlendi. Ki detaylarını birazdan yazacağım.
*
Ardından Başkan Erdoğan Macron’a cevap verdi. “Macron Fransa’nın başına beladır” dedi. Buna karşılık Macron da “Biz Fransa'da ifade özgürlüğünü savunuyoruz, Erdoğan'ın Türkiye'sine karşı da ifade özgürlüğünü savunmalıyız. Ben ayrıca Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını ve hükümetini, özgürlüğü seven, büyük bir özgürlükçü halkı olan Türkiye halkından da ayırıyorum” diye cevap verdi.
*
Özgürlükçü düşünceden en son bahsedecek insanlardan biri Macron’dur. Kendisi aşırı sağa ve göçmen düşmanlığına oynayan ve kolonyal hevesleri olan bir siyasetçi özgürlükçü ve demokrat düşünceden bahsedemez.
*
Şu an Fransız aydınları içinde Macron’un tek bir destekçisi kalmamıştır. Evet tek bir yazar bile kalmamıştır. Macron Fransa’da tüm kredisini tüketmiş bir adamdır.
*
Şu anki Erdoğan-Macron gerginliğinin temeli Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki 44 günlük savaş boyunca Macron’un sümenaltından yaptıklarına dayanıyor.
*
Savaşın durmasından sonraki aşamada konuya ilişkin politikaları en çok tartışılan ülkelerden biri Fransa ve lideri Macron oldu.
*
Fransız yetkililerin açıklamaları ve bu ülke tarafından alınan kararlar ne uluslararası hukuka ne Fransa’nın sorundaki arabuluculuk rolüne ne AB’nin temel önceliklerine ve ilkelerine ne de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) başta olmak üzere uluslararası kuruluşların almış olduğu kararlara uygundu.
*
Ama buna rağmen Araz Aslanlı’nın ifade ettiği gibi Fransa olumsuz politikalarını sürdürmekte ısrar ediyor. Doğal olarak Azerbaycan ve Türkiye de Fransa’nın bu politikalarına tepki göstermeye devam ediyor.
*
Aslında Fransa’nın Azerbaycan topraklarının Ermenistan tarafından işgali sorununa (kısa ve yaygın ismiyle Karabağ sorununa) ilişkin yaklaşımının temelinde bu ülkenin genel olarak Ermeni meselesine ilgisi, Kafkasya ve Ortadoğu’daki stratejik çıkarları, Fransa’daki Ermeni lobisi, Fransız yöneticilerin ülkeleri için Avrupa Birliği (AB) ve küresel sistem çerçevesinde algıladıkları roller ve benzeri etkenler yatıyor. Akademisyen Araz Aslanlı’nın analizini çok isabetli buluyorum.
*
Fransa kendisine biçtiği “doğu Hristiyanlarının hamisi” rolünü diğer rakiplerine kaptırmamak istiyor.
*
Bir yandan da bunu Osmanlı’ya karşı etkili bir araç olarak kullanmak amacıyla özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Ermenileri üzerinde etkili politikalar uygulamıştır.
*
1890’lardan itibaren Ermeniler Fransa’ya toplu halde yerleşmişler, Fransa’yı eğitim alma ve örgütlenme merkezi, ayrıca Batı Avrupa ve ABD’ye geçiş (yayılma) noktası olarak kullanmışlardır.
*
Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeni etkenini Osmanlı’ya karşı kullanan Fransa, amaçlarına tam ulaşamayınca sonraki aşamada sözde soykırım iddialarının ortaya çıkmasında ve canlı tutulmasında en aktif ülkelerden biri olmuştur.
*
Direkt Karabağ sorunu bağlamında Fransa’nın ismini 20. yüzyılın sonlarından itibaren görüyoruz. İlginç bir şekilde sorunu alevlendiren adımlardan biri Paris’te atılmıştı.
*
Sovyet lider Mihail Gorbaçov’un Ermeni kökenli ekonomi danışmanı Abel Aganbegyan’ın 1987 yılında Paris’te yaptığı konuşmada Azerbaycan’ın eski Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’nin Ermenistan’la birleştirileceğine ilişkin iddialar ortaya atması, kayıtlara sorunu tırmandıran ilk provokatif girişimlerden biri olarak geçmiştir.
*
24 Mart 1992’de Helsinki’de toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Dışişleri Bakanları Konseyi, Karabağ sorununun çözümünü sağlamak üzere Belarus’un başkenti Minsk’te konferans yapılmasına ilişkin karar alırken konferansın katılımcıları arasında Azerbaycan, ABD, Almanya, Ermenistan, Belarus, İsveç, İtalya, Fransa, Türkiye, Çek ve Slovak Federal Cumhuriyeti’nden oluşan 11 ülkenin ismi belirtilmiştir.
*
Böylece Fransa Karabağ sorununun çözümüne özel olarak katkı yapması gereken arabulucu devletlerden biri olarak belirlenmiştir.
*
Minsk’te konferans yapılmasına ilişkin karar Ermenistan’ın olumsuz tutumu yüzünden gerçekleşmediği için Fransa bu süreçte ilk başta aktif bir rol alamamış, ama buna karşın Karabağ sorununa ilişkin gelişmeleri dikkatle takip etmiştir.
*
Hatta Nisan 1993 başlarında Ermenistan Azerbaycan’ın Kelbecer rayonunu işgal ettikten sonra biraz yumuşak dille de olsa işgali kınayan açıklamalar yapmıştır.
*
Fakat BM Genel Sekreterinin özel raportörünün sunduğu açık rapora rağmen diğer bazı devletlerle birlikte Güvenlik Konseyi’nden Kelbecer’in işgaliyle ilgili çıkan kararda Ermenistan’ın açık şekilde suçlanmasını önlemeye çalışmıştır.
*
Fransa’nın 1997 yılından itibaren AGİT Minsk Grubu’nda eşbaşkan olmasıyla bu ülkenin Karabağ sorunundaki rolü artmıştır.
*
Dönemin Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev’in açıklamalarına bakılırsa Fransa AGİT Minsk Grubu’nda eşbaşkan olmak istemiş, Azerbaycan tarafı bu ülkedeki etkin Ermeni lobisi dolayısıyla Fransa’nın önerisine sıcak bakmamıştır.
*
Fakat Fransız yetkililer Ermeni lobisinin Fransa’nın politikalarını değil, Fransa’nın Ermeni lobisi aracılığıyla Ermenistan’ın politikalarını etkileyeceğini ısrarla vurgulamış ve çözüm sürecine olumlu katkı yapmaya söz vermiştir.
*
Gerçekten de 1997 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac neredeyse bir barış anlaşması getiren girişimlerde bulunmuştur.
*
10 Ekim 1997’de Strazburg’da Azerbaycan ve Ermenistan devlet başkanları çözüme yakın olduklarına ve eşbaşkanların önerilerini (“Aşamalı çözüm” planını) genel olarak kabul ettiklerine ilişkin ortak açıklama bile yapmışlardı.
*
Fakat Şubat 1998’de Levon Ter-Petrosyan’ın istifaya zorlanması ve Mart 1998’de Robert Koçaryan’ın iktidara gelişinden sonra Ermenistan sorunun “aşamalı” çözümüne ilişkin öneriye verdiği olumlu cevabını resmen geri çekmiş ve barış girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
*
1999 yılında Ermenistan parlamentosuna gerçekleştirilen terör saldırısının ardından zayıflayan barış görüşmeleri Azerbaycan ve Ermenistan’ın Ocak 2001’de Avrupa Konseyi’ne üyelikleri dolayısıyla bu iki ülkenin liderlerinin Fransa’da bulunduğu sırada yeniden canlandırılmıştır.
*
Ocak 2001’de Strazburg’da ve Paris’te, ardından ise 4–5 Mart 2001’de Paris’te Jacques Chirac’ın arabuluculuğuyla görüşmeler gerçekleştirilmiş ve ortak basın toplantısı düzenlenmiştir.
*
Chirac “görüşmelerin hoş bir ortam içinde geçtiğini”, olumlu gelişmeler kaydedildiğini, içinde bulunulan yıl içinde barış anlaşmasının imzalanacağını umduğunu ifade etmiştir.
*
Yıllar sonra açıklanan bilgilere göre taraflar çözüme gerçekten yaklaşmış, hatta bu görüşmelerden yaklaşık bir ay sonra ABD’de yeni görüşmeler gerçekleştirilmiş, fakat “bazı dış güçlerin muhalefeti” sürecin başarıyla sonuçlanmasını son anda engellemiştir.
*
Bu noktadan sonra Fransa’nın barış sürecindeki konumu giderek zayıflamıştır. Fransız eşbaşkanlar bölgeyi heyetler içerisinde ziyaret etmiş, Fransa cumhurbaşkanları diğer eşbaşkan ülke liderleriyle beraber ya da tek başlarına soruna ilişkin açıklamalar yapmış, fakat sorunun çözümü açısından Fransa’nın rolü artık eskisi kadar güçlü olmamıştır.
*
Bu anlamda belki Fransa’nın son önemli ciddi arabuluculuk girişimi Cumhurbaşkanı François Hollande’ın arabuluculuğuyla 27 Ekim 2014 tarihinde Paris’te Azerbaycan ve Ermenistan devlet başkanları arasında gerçekleştirilen görüşme olmuştur.
*
Elysee Sarayı’ndan görüşmeye ilişkin yapılan açıklamada, zirvenin Hollande’ın 11–13 Mayıs’ta gerçekleştirdiği Kafkas ziyaretinin devamı olduğu belirtilmiş, Fransa’nın Karabağ sorununa ateşkesten 20 yıl sonra barışçıl bir çözüm bulmak için eşbaşkan olarak yükümlülüklerini bir defa daha yerine getirdiği vurgulanmıştır.
*
Fransa iki ülke liderlerini uluslararası hukuk prensipleri çerçevesinde sorunun kalıcı çözümü için gerekli çabaları yoğunlaştırmaları yönünde teşvik ettiğini, bölgedeki statükonun savunulamayacağını açıklamıştır.
*
Sonraki süreçte Fransa’nın isminin özel olarak yer aldığı tek önemli girişim Azerbaycan ve Ermenistan dışişleri bakanları arasındaki 16 Ocak 2019 tarihli görüşmenin Paris’te gerçekleştirilmiş olmasıdır.
*
Fransa, Hollande dönemindeki statükoyu eleştiren söylemlerine rağmen son 19 yıl boyunca sorunun çözümünün değil, çözümsüzlüğün bir parçası olmuştur
*
Özellikle Sarkozy ve Macron dönemlerinde kendi dış politika ilkelerine, uluslararası hukuka ihanet edercesine söylemler geliştirmiş ve adımlar atmaya çalışmıştır.
*
Temmuz 2020’de Ermenistan’ı Azerbaycan’a karşı kışkırtan en önemli güçlerden biri olmuş, 27 Eylül 2020 itibarıyla Ermenistan’ın provokasyonları nedeniyle başlayan savaş sırasında yine uluslararası hukuka ve uluslararası örgütlerin soruna ilişkin kararlarına aykırı bir tutum sergilemiştir.
*
Fransa’nın (özellikle Macron yönetiminin) bu adımlarını bu ülkedeki Ermeni lobisinin etkisine bağlayanlar olsa da asıl gerekçelerin daha farklı olduğunu tahmin etmek mümkün.
*
Kuşkusuz, mevcut politikaların temelinde diğer etkenlerle beraber Fransa’nın Ortadoğu’da ve Kafkasya’da nüfuzunu kaybetmeye başlamasına mukabil Türkiye’nin etkinliğinin artmasından duyduğu rahatsızlık, önemli ölçüde bu nedenle süreci sabote etmeye çalışması, bu yolla Rusya’dan uzaklaşma ihtimali bulunan Ermenistan’ı “kazanmaya” çalışması, eğer sorunun tam çözümünü sabote edebilirse, gelecekte meselenin çözümü sürecinde daha fazla söz sahibi olabileceği düşüncesi yatmaktadır.
*
Fransa’nın savaş boyunca temeli olmayan suçlamaları gündeme getirmesi, savaşın ardından Fransa parlamentosunun almış olduğu uluslararası hukuka aykırı karar ve Fransız politikacıların söylemleri süreci sabote etme bakımından kısmen işe yarayacak gibi görünüyor.
*
Fakat Fransa’nın daha geniş çerçevedeki hedeflerine ne ölçüde ulaşacağı daha çok Rusya, Türkiye ve Azerbaycan’ın sorunun kalıcı çözümü konusundaki kararlılığına bağlı olacak.
*
Aslında Fransa ve diğer önemli güçlerden beklenen, uluslararası hukuka saygılı bir biçimde davranmak, BMGK’nin Karabağ sorununa ilişkin 822, 853, 874 ve 884 saylı kararlarının uygulanmasını sağlamak, bunu kendileri yapamıyorlarsa yapmak isteyen Azerbaycan’ı desteklemekti.
*
Hatta bunu da yapamıyorlarsa en azından sessiz kalmaktı. Fakat görünen o ki, Fransa bunu da başaramadı.
*
Özetle, Fransa sorunun çözümü için resmi olarak arabulucu listesinde yer alan ve hatta (AGİT Minsk Grubu eşbaşkanı olarak) bir aralar bu istikamette çalışan devlet iken şu anda çözüm sürecini baltalamaya çalışan bir provokatör gibi hareket ediyor.
*
Çenelerini kapalı tutmak için çok iyi şansları vardı, ama maalesef o şansı kaçırdılar.” Bu ifadeleri bir zamanlar Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, ABD’nin Irak’ı işgalini destekleyen Avrupa ülkeleri için kullanmıştı.
*
Şimdilerdeyse bu cümle Fransa’nın Karabağ sorununa ilişkin gelmiş olduğu durumun en iyi özeti olarak değerlendirilebilir.