Ahmet Yenilmez


Yayın Tarihi:

16 Mayıs 2024 Perşembe 07:00:00

İngiltere ve Japonya reddetti

Hatırlarsanız, 2019'dan sonraki süreçte dünya çapında bir pandemi meselesi tüm sosyal, ekonomik, politik ve sağlık meselelerini etkileyen durumlar oluşturdu. Şimdi ise Dünya Sağlık Örgütü, kendi verilerine ve uzmanlarına (Daha doğrusu kendilerine en çok bağışı yapan zenginlerin dikteleri doğrultusunda) göre ilan edecekleri yeni pandemilerde ülkelerin içişlerine doğrudan müdahale yetkisi verecek olan anlaşmayı imzalatmaya çalışıyor. Ülkeler, bu anlaşmayı kendi meclislerinde oylayacak, kabul veya red edecek. Şu ana kadar İngiltere ve Japonya bu anlaşmayı oyladı ve perde arkasındaki büyük amaçları görerek reddetti. Amerika daha öncesinde Dünya Sağlık Örgütü'nü ülkesinden kovmuştu.

Şimdi sizlere, dünyaca ünlü Alman Profesör Doktor Stefan Homburg'un yakın zamanda kameralar önünde yaptığı konuşmayı aktarıyorum. Kendisinin özgeçmişi burada uzun olacağından paylaşamıyorum. Sizler, kısa bir aratmayla ulaşabilirsiniz.

Prof. Dr. Stefan Homburg:

"Sayın bayanlar ve baylar, zor yılları geride bıraktık. Öncelikle en önemli beş maddeyi sıralayayım:

1. Almanya genelinde klinik doluluğu 2020 yılında tarihî düşük seviyeye indi, diyor Federal Sağlık Bakanlığı.

2. 2020 ve 2021 yıllarında diğer yıllardan daha fazla ağır solunum yolu hastalığı olmadı. Corona geldi, grip bir süreliğine ortadan kayboldu, diyor RKI'nin Sentinel verileri.

3. 2020 yılında, yaşa göre standardize edildiğinde, diğer yıllardan daha fazla insan ölmedi. 2021'den itibaren ölüm oranı artmaya başladı, diyor Federal İstatistik Ofisi verileri.

4. Corona nedeniyle ölen insanların ortalama yaşı 83'tü ve diğer ölenlerin ortalama yaşı 82'ydi, diyor RKI ve Federal İstatistik Ofisi.

5. Maske ve kısıtlamaları olmayan İsveç, Almanya'dan daha iyi sonuçlar elde etti, diyor DSÖ.

Bu beş iddia öylesine inanılmaz ki, toplantı belgelerinizde "Resmî Corona Gerçekleri" başlıklı bir döküm bulacaksınız ve her bir iddiaya dair bir resmî bağlantı içeriyor.

Özetle, klinik olarak gerçek hastalıklar ve ölümler açısından olağanüstü bir durum yoktu; her şey normaldi. Bunlar gerçeklerdir ve en önemli noktadır. Pandemi algısı yalnızca yeni, gerekçesiz toplu testlerden kaynaklandı. Bu testlerin sonuçları büyük ölçüde değişkendi ve halka, her zamankinden daha fazla hasta ve ölü varmış izlenimi verdi ki bu doğru değildi. Aynı yanılsamayı herhangi bir rinovirüs PCR testiyle de yaratabilirdiniz ve istenirse şu an da yaratabilirsiniz.

Politika bu klinik normal duruma nasıl tepki verdi? Aylarca kreşleri, okulları, işyerlerini, kiliseleri ve işletmeleri kapattı. Yaşlıları izole etti ve yalnız ölmelerine neden oldu. İnsanların yaşamlarını mahvetti. Polis, parkta kitap okumayı yasakladı, açık alandaki gençleri ve karda oynayan çocukları kovaladı, barışçıl protestocuları dövdü. Politika, tedbirlerin anlamını sorgulayan herkesi dışladı, ZDF çocukların virüs taşıyan sıçanlar ve aşısızların toplum için gereksiz olduklarını ilan etti; 75 yıldır görmediğimiz bir dil kullanıldı.

Genellikle hükümetin gücü mahkemeler, medya ve bilim tarafından sınırlanır. Bu kez hepsi başarısız oldu. Mahkemeler orantılılığı değerlendirmedi ve yalnızca iki tanığa inandı: RKI ve PEI. Bu şekilde hükümet, sokağa çıkma yasakları ve aşı zorunluluğunun gerekliliğini kendisi kanıtlayabildi çünkü RKI ve PEI talimatla bağlı kurumlar. Ayrıca, mahkemeler, tıbbi etiklerine uyan ve hastaları bedensel bütünlüğe müdahalelerden koruyan doktorları hapse gönderdi. Neredeyse her tanınmış tedbir eleştirmeni suçlu bulundu, askıya alındı, işten çıkarıldı, tutuklandı veya evine baskın yapıldı. Karlsruhe mahkemesi ise alaycı bir şekilde, vatandaşların temel haklarının var olduğunu, ancak artık kullanılamayacağını ilan etti.

Medya, klinik durumun normal olduğunu belirtmeden test sayılarını sürekli tekrar etti. PCR anlatısını takip ederek, dünyada ilk otopsiyi yapan Profesör Püschel'i ırkçı, Profesör Bhakdi'yi antisemit olarak nitelendirdi ve tedbirleri sorgulayan herkesi komplo teorisyeni ve devlet düşmanı olarak damgaladı. Uzman bilim insanları ve özellikle epidemiyologlar ve halk sağlığı doktorları ortadan kayboldu. Yerlerine fizikçiler, ulaşım planlamacıları, mikrobiyologlar ve askerler geldi ve halkı sürekli yanlış tahminler ve model hesaplamalarla oyaladılar.

Bu olayların incelenmesi, benim görüşüme göre, üç soruyu açıklığa kavuşturmalıdır:

Ders kitaplarına göre, hükümet gerçekten tehlikeli bir pandeminin başlangıcında halkı sakinleştirmeli ve ikincil zararları önlemelidir. Neden politika bunun yerine çocuklara büyükanne ve büyükbabalarını boğarak öldürebilecekleri korkusunu veren bir şok belgesi hazırladı? Bu şok belgesi komisyonunda neden tek bir doktor bile yoktu, ancak bir sosyolog ve bir Almanca öğretmeni vardı? Politika bu panik yaratmayı yıllarca neden teşvik etti ve şimdi sadece başlangıçta ve bilgisizlikten bazı hatalar yaptığını iddia ediyor?

Şubat 2020'de ders kitapları ve DSÖ yönergeleri, sokağa çıkma yasakları ve okul kapatmalar gibi tedbirlerden kaçınılmasını tavsiye ediyordu. RKI o zamanlar maskelerin işe yaramayacağını ve Corona'nın genellikle hafif olduğunu belirtiyordu, ki bu doğruydu. Aynı şey, o zamanki Başbakan Olaf Scholz'a bir talk-showda pandemiyi PCR testi olmadan fark etmeyeceğini söyleyen Herr Drosten tarafından da vurgulandı. Bu da doğruydu. Peki, Mart 2020'de, o tarihteki veriler hiçbir özel tehlike olmadığını gösterdiği halde, bu radikal dönüşe ne sebep oldu? İsveç'in kısıtlamasız modeli örnek alınabilecekken, tedbirler gerçekten enfeksiyonları önlemek için miydi, yoksa halkın aşı direncini kırmak için miydi?

Politika, deneysel bir aşının uygulanmasına neden sadece izin vermekle kalmadı, aynı zamanda insanları 2G, 3G ve sektörel aşı zorunlulukları ile bu aşıyı olmaya fiilen zorladı? Acil kullanım onayları neden acil durum yokken verildi? Sayısız aşı yan etkisi neden hiçbir sonuç doğurmadı?

Bu noktada sonuca geliyorum: Şu anda "Yoğun Bakım Mafyası" (Tom Lausen), "Devlet Suçu" (Dr. Frank) veya "Corona Komplosu" (Dr. Röhrich) gibi başlıklarla yayımlanan ve büyük satış rakamlarına ulaşan çok satan kitaplar, yaygın bir duyguyu yansıtıyor. Bu tartışmayı görmezden gelen politikacılar güven kaybeder ve seçmenlerinden uzaklaşır. Halkın başına gelenlerin büyüklüğü göz önüne alındığında, bir soruşturma komisyonu gerekli olurdu. Bundestag bunu istemediği için, bugün bu çerçevede aydınlanmaya katkıda bulunabildiğimiz için minnettarım. Teşekkür ederim."

Kendisi gibi düşünen ve açıklamalar yapan birçok yabancı ve yerli profesör var. Fakat bunları TV kanallarında görmeniz mümkün değil, zira yer vermiyorlar ve sansür uygulanıyor. İngiltere ve Japonya'nın reddettiği, kendimizin, çocuklarımızın, büyüklerimizin ve gelecek nesillerimizin hayatlarının tüm alanını etkileyecek olan bu anlaşma, yakın zamanda bizim meclisimizde de oylanacak. Oylama yapanların da nesilleri etkilenecek. Çıkan sonucu hepimiz göreceğiz. Kalın sağlıcakla.