Yayın Tarihi:
02 Şubat 2017 Perşembe 01:16:00
28 Şubat'ın sırrı 15 Temmuz'la aydınlandı
28 Şubat’ın 20’inci yılı yaklaşıyor ama birçok insan bu darbenin amacı ve sonuçlarının farkına daha yeni yeni varıyor. Bunun nedeni 28 Şubat’ın Türkiye’nin büyük çoğunluğu tarafından hatalı biçimde bir laik-dindar çatışması olarak algılanmasıdır. Bu darbenin uluslararası boyutu ancak 15 Temmuz’la birlikte anlaşılmıştır. Bu konuyu açıp irdelemenin, Türkiye’nin bugün yeniden vermek zorunda kaldığı kurtuluş mücadelesine büyük yararı vardır. 28 Şubat’ı 15 Temmuz’u hesaba katmadan yorumlamak vahim bir hatadır.
Amerikancı
“ılımlı İslam” kumpası
28 Şubat demokrasiye, milli iradeye, hak ve özgürlüklere yönelik bir darbeydi ama her şeyden önce Türkiye’deki İslami anlayışa yönelik bir darbeydi. Daha önce 5 bölümünü yayınlamış olduğum ve yakında devam edeceğim “Amerikan gözbağcılığının bitişi” başlıklı dizi yazımda açıkladığım gibi 1980’den sonra ABD’nin bütün İslam ülkelerinde amacı adına “ılımlı İslam” dedikleri bir akımın mensuplarını iktidara getirmekti. Türkiye’ye Amerikancı bir “İslamcılığı” dayatmayı başaramamışlardı ve 28 Şubat sürecini oluşturan bir dizi manevra işte bu soruna bir çözüm bulmaya yönelikti.
Türkiye Müslümanlar'ı Selçuklular'dan hatta daha öncesinden beri devletlerine ve bağımsızlığa son derece düşkün oldukları için ülkede bu geleneği zayıflatıp yerine FETÖ’yü ikame etmek gerekiyordu. O dönemde ABD’nin Türkiye’de ordu ve bürokrasi içindeki ağırlığı son derece güçlüydü, Amerikalılar ve Türkiye’deki “Amerikan vesayetçileri” isteseler iktidarı Refah Partisi’ne hiç vermezlerdi, ama maksatları başkaydı. Milli Görüş hareketini koalisyon ortağı Tansu Çiller eliyle ehlileştirip Amerikan çizgisine sokmak istiyorlardı. Ancak rahmetli Erbakan’ın D8 ve Kaddafi hamleleri ABD’yi ve yerli ortaklarını dehşete düşürdü ve 28 Şubat’ın asıl nedeni “yaşam tarzı” ya da “dini yaşamakla” ilgili sorunlar değil emperyalizme karşı tavırdı.
Hikâye anlatma sanatı
Türkiye’deki Amerikancı çevreler iki koldan hareket ederek emperyalizm konusunu gözden gizleyecek ve laik-dindar çelişmesini ön plana taşıyacak hikâyeler uydurmaya başladılar. O dönemde FETÖ’cü polis şebekesinin ve yargıçların da yardımıyla ”Aczmendiler”, “Ali Kalkancı” vs. gibi birçok senaryo sahneye konuldu. Muhafazakâr çevrelerin etrafını sarmış olan FETÖ’cü liberaller de bu konuda büyük çaba gösterdiler. Toplumda bu konularda bir kutuplaşma yaratılıp Amerika karşısında uyanıklık ve direniş zayıflatıldı.
Bu algı operasyonlarının tümünde Amerikan reklamcılık sektöründen alınmış ve CIA’nın kamuoyunu etkilemede asıl yöntemi olan “storytelling” (hikâye anlatma sanatı) kullanıldı. “What’s in a name?” (Bir isimde ne var?) adlı metnin yazarı Eşref Remzi istihbaratçılara “şehir efsaneleri yaratmak”, “insanları olaya katacak hikâyeler anlatmak”, “duygusal ve insana değen anlatı sanatı oluşturmak” konularında bilgiler verdi. Türkiye, CIA tarafından o dönemde adeta bir laboratuvar gibi kullanıldı. Medya mutfaklarında kotarılan binlerce düzmece haber yoluyla toplum ayrıştırıldı. ABD, bir yandan da dindar öğrencilerin okumasına olanak tanıyan “özgürlükler ülkesi” hikâyesini uydurmuş oluyordu.
Ters saflaşma
O dönemde Türkiye halkına o denli yoğun baskılar yapıldı, dindar insanlar o kadar şiddetle ötekileştirildi ki saflaşma ABD’nin istediği şekilde oluştu. O dönemin ayrıntısına giremeyeceğim, eski Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’in manevi evladı olan değerli yazar Lütfü Oflaz’dan ricada bulunursam bu konuda sizleri aydınlatacağına eminim.
28 Şubat’ın en önemli sonucu olarak bir taraftan NATO’cu subayların, diğer tarafta FETÖ’cü aydınların ortaklaşa çabası ve çapraz ateşi sonucu Türkiye’nin asıl sorunu olan ABD’ye bağımlı olma gerçeği unutturuldu. FETÖ yoluyla AK Parti’ye Amerikancı liberaller “iliştirildi”. Ordu ve devlet mekanizmasında 12 Eylül döneminde sızdırılmış unsurlardan oluşan paralel FETÖ yapılanması genişletildi.
Demokrasi “made in USA”
ABD’nin tüm bu çabalarına rağmen daha sonraki hükümetler de istenilen çizgiye getirilemedi. Ülkemizde küreselci ABD’nin etki ajanlığını yapanlar yeni hikâyeler, yeni masal ve efsanelerle tempoyu arttırdılar. Bir dönem Türkiye politikası o hale gelmişti ki Amerika’daki düşünce kuruluşlarında her hafta bir hikâye uyduruluyordu.
21’inci yüzyılda ordu ve devlet geniş ölçüde FETÖ kontrolündeyken bile liberaller “dindarları ötekileştiren laik devlete karşı Amerika ve Batı ile işbirliği yapılmasını” önermeye devam ediyorlardı. Bunlar kuzuları kurda teslim etmeye çalışıyorlardı. Daha sonra Arap Baharı başladığında antidemokratik rejimlere karşı ABD ile birlikte mücadele edilebileceğini hatta “made in USA bir ‘Cihat’ olabileceğini savunmaları bu mantıktan kaynaklanıyordu.
Anahtar 15 Temmuz
Yetmedi, çeşitli kumpaslarla orduda kendilerine karşı direnen son unsurları da tasfiye edip en kilit noktaları ele geçirdiler. Zaman ve Taraf gazetelerinin tezgâhları, Balyoz ve Ergenekon davaları hep 28 Şubat’ın devamı ve ayrılmaz parçalarıdır. En sonunda toplumda, devlette, orduda, politik partilerde, hükümette her türlü yöntemi deneyerek Türkiye’yi küreselci ABD katarına bağlamak isteyenler 15 Temmuz kalkışmasına başvurdular. Bu darbe ve iç işgal girişimi 28 Şubat’ın bir devamı ve bir bakıma şifresinin çözülmesidir.
28 Şubat gerçeğini doğru analiz etmek için bugün önce 15 Temmuz’u anlamak gerekir.