Kayahan Uygur


Yayın Tarihi:

01 Şubat 2017 Çarşamba 00:50:00

Tüm dünyada küreselci-millici savaşı

Bütün dünyada ve özellikle Batı’da, değişik ülkelerde, tek tek siyasal partilerde, medyada, fikir tartışması yapılan ortamlarda kıyasıya bir mücadele yaşanıyor. Bu mücadele her yerde küreselcilerle, millici unsurlar arasındadır. Bu yüzden kutuplaşmalar var, partilerde gruplaşmalar oluyor, Amerika’da yeni medya mecraları ortaya çıkıyor. 

Küreselleşme süreci 

Türkiye’de farkına varılmasa da, aydınlarımız her zaman olduğu gibi şekille ilgili konulara takılıp kalsalar da bu saflaşma 21’inci yüzyılda dünyamıza damgasını vuracaktır. Esasen büyük çoğunluğu eski yıllardaki yapay solcu-sağcı ya da hayat tarzı çatışmasına takılıp kalmış bulunan Türk aydınının bu sorunu anlaması için son 35 yılda Batı’da ve dünyada meydana gelen yapısal değişimi iyi kavraması gerekir. 

Batı’da 1980’li yıllarda Reagan ve Thatcher iktidarlarıyla başlayan neo-liberal dönem serbest piyasanın ve buna bağlı olarak ekonominin küreselleşmesi anlayışını da birlikte getirdi. Komünist Sovyet sistemin dağılması ve soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte ABD’nin dünyanın tek hâkimi olduğu ve artık adına “liberal demokrasi” denilen sistemin tartışılamayacağı konuşulmaya başlandı. 

ABD Devletini gasp ettiler 

ABD’de Cumhuriyetçi Parti içindeki “neo-con” ekip ve Demokrat Parti’de Clinton kliği bu küreselci anlayışların başını çektiler. 1990’lı yıllarda ABD devleti içinde yapılaşan, istihbaratı ele geçiren, büyük yatırımlarla medyayı olduğu gibi satın alan küreselciler, Bilderberg, Davos, Uluslararası Kriz Grubu gibi örgütlerle birlikte genişletilmiş bir ABD hükümeti kurdular ki bu aslında dünya devletinin ilk nüvesiydi. 

ABD’de 11 Eylül 2001’deki karanlık İkiz Kuleler olayını bahane eden küreselciler iktidarlarını iyice sağlamlaştırmak için bir hükümet darbesi sayılabilecek bir dizi hukuksal ve askeri önlemler aldılar ve iktidarı halktan gasp ettiler. Daha sonra da aynı küreselci liberal çete tamamen hukuksuz bir şekilde ve kaba güce dayanarak 7 İslam ülkesini işgal edip, 14 İslam ülkesini bombalayarak adeta bir Müslüman soykırımı yaptı. 

Finans sermayesi egemenliği 

Bu arada finans sermayesi sınırları aşıyor, milli devletleri yıkıyor, her türlü aidiyet ve inancı yok ediyor, insanları topraklarından ve ülkelerinden kopararak yer kürenin dört bir tarafına savuruyor ve bütün dünyayı egemenliği altına alıyordu. Küreselcilerin kurdurup, neo-liberal bir zihniyetle dizayn ettikleri AB, Asya Pasifik Birliği, Alena gibi bölgesel örgütler ve uluslararası anlaşmalar yüzünden ülkelerin dış politikası ABD ve AB’ye, orduları NATO’ya, ekonomileri IMF ve Dünya Bankası’na, finans sistemleri derecelendirme kuruluşlarına bağlanıyordu. Bu kurumlar küresel hükümetin elindeki sopalar idi, amaç milletleri köleleştirmek, insanları robotlaştırmak, onların kimliklerini yitirerek sıradan bir üretim aracı haline gelmelerini sağlamaktı. Bu çarka ayak uyduramayanlar gerekirse fizik olarak tasfiye edilecekti. 

Bir dünya sistemi oturtulmuştu, ancak sistemin iç çelişkileri de 2007’den itibaren belirmeye başlamıştı. Kapitalist ekonomi büyük eşitsizlikler yaratmış, çevreden merkeze doğru önü alınmaz bir göç baskısı başlamıştı. Gelişmiş piyasa ekonomilerinde işsizlik yapısallaşmış, yoksulluk sınırındakilerden ve dışlanmış kesimlerden oluşan gettolar belirmeye başlamıştı. Sınırsız gelişme ve ilerleme vaat eden liberal gözbağcılık inandırıcılığını yitirmişti. 

Batı’da ve her yerde solun fantezilerle uğraşıp yoksullara ihaneti sonucu yeni halkçı akımlar güç kazanmaya başlamıştı. Küreselleşmeden zarar gören milletler ayağa kalkmış, ekonomik ve sosyal milliyetçilik canlanmıştı. Batıda nüfusun ihtiyarlaması sonucu emekli ve hastaların bakımı olanaksız hale gelmiş, devlet bütçeleri iflas etmişti. Büyük çevre sorunları ortaya çıkmıştı. İnsanın doğa üzerinde sınırsız egemenliğini öngören bilimci, aydınlanmacı anlayış etkinliğini yitirmiş, manevi değerlere dönüş başlamıştı. 

Derken kriz geldi 

Bu gelişmeler 2008-2009 dev finans kriziyle sonuçlandı ve o günden bu yana bu krize bir türlü çözüm bulunamadı. Batı’da en başarılı ekonomilerde faiz oranı yüzde 2’yi geçemiyor, buna rağmen büyüme yok ve üstelik de devletler gırtlaklarına kadar borçlu. Sonuçta, liberallerin görmek istemediği kapitalizmin emperyalizm aşamasındaki iç çelişkileri su yüzüne çıktı. ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Çin, Japonya gibi kapitalist ekonomiye sahip ülkeler kıyasıya bir kapışma içine girdiler.  

Tek tek bütün kapitalist ülkelerde egemen sınıflar bugün değişik çıkarları ve özellikle finansın yahut reel ekonominin yanında yer almaları kıstasına bağlı olarak ikiye bölünmüşlerdir. Olaylara küresel ekonominin ve dünya finans lobisinin gözleriyle bakan küreselciler bir taraftadır. Diğer tarafta ise kendi milli ekonomilerini, iç pazarlarını, kendi burjuvazilerinin ve milletlerinin çıkarlarını savunanlar bulunmaktadır. Bu durum dünya siteminin dağılması ve eski milli piyasalara bir geri dönüş anlamına gelmektedir. ABD’de Trump’ın Başkan seçilmesi ve Brexit bunun açık belirtisidir. 

Bizim için beka sorunu 

Türkiye, “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme” ister istemez karşı olmak zorundadır. Son yıllarda küresel kapitalizmin Türkiye’ye neler yaptığını ve nasıl planlar içinde olduklarını gördük, anladık. Bu nedenle küresel kapitalizmle kim mücadele ederse Türkiye onunla aynı safta olacaktır. Bu saflarda herkes ayrı ayrı milli çıkarlarını savunur ama ortak payda küreselcilik karşıtlığıdır.