Yayın Tarihi:
03 Şubat 2017 Cuma 01:00:00
Amerikan gözbağcılığının bitişi-6
İlk beş yazımda 1933’ten beri devam eden Amerikan yanlısı “İslamcılık” hareketini anlattım. Dün yayınlanan bir ek yazıda Türkiye’deki 28 Şubat darbesinin amacının emperyalizme karşı bir geleneği olan İslam anlayışını tasfiye edip yerine FETÖ’yü getirmek olduğunu açıkladım. ABD’nin, NATO’cu generallerin, FETÖ’cü ihanet şebekesinin ve liberal aydınların tüm çabalarına rağmen bu hedefe ulaşamayanların son çare olarak 15 Temmuz kalkışmasını örgütlediklerini vurguladım.
Düşman ihtiyacı
Bu yazıda 21’inci yüzyıla girerken Amerika’nın istediği türden bir “İslamcılığın” Ortadoğu bölgesinde nasıl geliştirildiğine değineceğim. Bunu anlamak için İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Soğuk Savaş’ın Amerikan egemenliğini nasıl pekiştirdiğini görmek gerekir.
1945’teki Yalta Konferansında dünya Batı ile Sovyet kampı arasında nüfuz bölgelerine ayrılmıştı. ABD, bu durumdan yararlanarak kendi nüfuz bölgesinde tam egemenliğini sağladı. İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya gibi muhtemel rakiplerini ve nüfuz alanındaki diğer ülkeleri Sovyet tehdidiyle korkuttu, dünyanın her yanına kurduğu üsleri, gemileri ve uçaklarıyla ve NATO aracılığıyla bir süper devlet oldu. Bu dönemde Sovyet Rusya da bir süper devlet sayılıyordu ama ikincil bir süper devletti. Ekonomik bakımdan geri ve gelecek vaat etmeyen ülkeleri kontrol edebilen bir büyük güçtü.
Rusya oyunu bozdu
1945’ten 1990’a kadar olan dönemde ABD ile Sovyet Rusya arasında çekişme ve uzlaşma bir arada yaşandı. Fakat genel bir değerlendirme bu iki ülke arasında çatışmadan çok uzlaşma olduğunu ve dengenin daha çok ABD’ye yaradığını gösteriyordu. Rusya, egemenlik bölgesini elinde tutmak için büyük askeri harcamalar yapmakta bu da onun ekonomisini sarsmaktaydı. ABD ise Rusya’nın varlığını ve faaliyetlerini yoğun bir anti-komünist propagandadan da yararlanarak istismar etmekte, bu şekilde dünyanın büyük bir bölgesini rahatça yönetebilmekteydi.
Rusya’nın elit kesimi zaman içinde bu enayi kandırma oyununun farkına vararak kendi “sosyalist” kamplarını kendi elleriyle dağıttılar. Dünya ve Türkiye kamuoyunun hayretten açılmış gözleri önünde eskiden Sovyet yanlısı olan ülkeleri, hatta eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerini bile kendi başlarına bırakıp Rusya Federasyonu’na çekildiler ve kendi devletlerini yeniden inşaya giriştiler.
Aranan düşman bulunmuştur
Bu yeni duruma en çok şaşıran ABD ve Batı kampının NATO, AB gibi unsurları oldu. Ortada düşman kalmamıştı, o zamana kadar hep belli bir tehdit karşısında mevzilenerek ortaklık kuran bu ülkeler yeni bir “öcü” bulma, yoksa da oluşturma peşine düştüler. Aksi takdirde ABD’nin dünya egemenliği tehlikeye düşebilirdi. İki kutuplu dünyanın sadece ABD’nin ortada kaldığı tek kutuplu bir dünyaya dönüşmesi ancak bir düşman icat etmekle mümkündü.
ABD kendisini içinde bulunduğu sıkışık durumdan Müslümanlar sayesinde kurtardı. Dünya Müslümanları içinde Batı’da eğitim almış çok sayıda Amerikan hayranı vardı. Afganistan, Kafkasya, Orta Asya gibi bölgelerde Rusya’nın komünist rejim sırasındaki uygulamalarından dolayı Amerika’yı kurtarıcı kabul etmeye yanaşmış topluluklar da bulunuyordu. ABD’nin Afganistan’da kurdurduğu, daha sonra dünyanın çeşitli yörelerinde kullandığı silahlı örgütler zaten mevcuttu. Özellikle Suudi Arabistan ve Körfez’de ABD yanlısı ve her an ABD ile birlikte çalışabilecek çok sayıda aile, aşiret ve hükümet görevlisi ile ilişkiler kuruldu.
İstismar ve imha
Dünyada 1990’dan sonra Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan bu yeni ortama ABD’nin verdiği cevap İslam’ı istismar etmek oldu. Bir yandan suni olarak İslami bir görünüm verdikleri terör örgütleri oluşturdular, öte yanda da Ortadoğu’da ve hatta Batı’da İslamcı grup ve topluluklarla yakın ilişkiler kurdular. Hatta öyle ki, ABD’de küreselci liberal Clinton çetesinin çevresindeki en yakın yardımcıları Pakistan kökenli Suudi Abedin ailesi haline geldi. Küreselci Amerika’nın beyni içlerinde çok sayıda Soros ve arkadaşlarının bulunduğu dünya finans sermayesi örgütü iken eli ayağı da İslami görünümlü gruplar oldu. Bunlardan biri de doğrudan CIA himayesindeki FETÖ’nün aslında korkunç bir terör örgütü olan sözde İslami cemaatiydi ama ABD’nin elinde bunun gibi en az 10 “İslami” cemaat daha vardı.
Amerika İslam istismarını daha da ileri götürmek için Ortadoğu coğrafyasında bulunan ulus devletleri hedef aldı. Onları yıkmak, parçalamak, yok etmek istedi. Müslümanlar arasındaki işbirlikçileri eliyle devletsiz, milletsiz bir İslam anlayışı geliştirdi ki, belli kesimleri daha rahat kullanabilsin. Ortadoğu’da bilinçsiz Müslümanlara demokrasi getirme vaadinde bulundu, rejimleri değiştireceğini söyledi. Amerikan menşeli çakma “İslamcılık” o kadar büyük zararlar verdi ki bazıları ABD ile birlikte “demokrasi cihadı” bile yapabileceklerini sandılar. Sonuç milyonlarca ölü, yıkılmış kentler ve ülkeler ile dünyanın dört bir yanına savrulmuş ülkeler oldu.
İnsan hakları dilencileri
ABD, İslam dünyasında o kadar tehlikeli bir akım yarattı ki bugün hâlâ ABD yönetiminden, ya da küreselci ABD ve Batı örgütlerinden, Soros şebekelerinden insan hakları, demokrasi ve iyi muamele dilenen zavallılar var. ABD’nin son dönemdeki gözbağcılığını dizi yazımın son bölümünde ele alacağım.