Yayın Tarihi:
10 Nisan 2017 Pazartesi 00:00:00
Yenikapı'da milyonlar ve kutuplaşma safsatası
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul mitingindeki milyonlar bir toplum olabilme özlemiyle oradalardı. Erdoğan’la beraber yıllardır aynı yolda yürüyenlerin başlıca istekleri kırılmış, parçalanmış, lime lime edilmiş Türkiye bütünlüğünü yeniden oluşturmaktır. Bu mücadele tabii ki AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle bitmemiş, aslında o tarihte başlamıştır. 16 Nisan referandumu da bir bitiş değil, sadece önemli bir aşama olacaktır.
Toplum inkâr edildi
Türkiye’nin bütünlüğü konusunu anlamak için yüzyıllardır devam eden birlikte yaşama geleneğinin 19’uncu yüzyılda yoğun bir saldırıya uğradığını ve 1920’lerden itibaren dağıtıldığını bilmeliyiz. Bunun sorumlusu şu veya bu insan değil dünya kapitalist sisteminin ta kendisidir. O sistemin hizmetindeki aydınlar tüm tarihsel gerçeklikleri inkâr edip millet, milliyet gibi oluşumların yapay olduğunu, tepeden inme oluşturulduğunu ileri sürerler de, nasıl oluyorsa kapitalizmi tarihin kaçınılmaz bir sonucu olarak dayatmaya çalışırlar. Bu çelişkili tutum Türkiye’de birçoklarının kafasını karıştırmıştır.
Osmanlı döneminde insanların ortak bir paydası vardı, İslam dini ve herkesin anlaşma dili olarak kullandığı Türkçe çevresinde oluşmuş bir toplum bilinci bulunuyordu. Aidiyetlerine ne ad verirlerse versinler, bu topluluğa ait olmaktan mutlu olan bir çoğunluk vardı. Bu topluluk yaşamı Türkiye’ye kapitalizmin girişiyle, işbirlikçi kesimlerin katkısıyla dağıtıldı ve kökü dışarda bir anlayışla ikinci bir toplum yapay olarak inşa edilmeye çalışıldı. Bu ikinci toplumu anlamak için Batı’da kapitalizmin tepeden inme gelişmesine ve kapitalist topluma bir göz atmakta yarar var.
Sosyete
Bizde de kullanılan bir “sosyete” sözcüğü vardır. Batı dillerinde toplum anlamına gelir. Ama bizde de Batı’da da bu sözcük aynı zamanda “zengin ve ünlü kişilerden oluşan insanlar grubu” demektir. Bizde sosyete sözcüğü yerine aynı anlama gelen cemiyet (Arapça toplum) de kullanılır, zenginlerle ilgili haberlere cemiyet haberleri adı verilir. Avrupa’da 18’inci yüzyıla kadar toplum olarak sadece işte bu sosyete vardı, geri kalan insanlar ise güruhtu, ayak takımıydı, cahil ve kaba insanlardı.
Batı’da 18’inci yüzyılın kapitalist aydınlanma felsefesi bu toplum kavramını doğanın karşısına koydu. Bir yanda aşağı, düzeltilmesi, yontulması gereken doğa, diğer yanda yüksek, örnek ve model oluşturması gereken toplum. Aydınlanmacılar insan zekâsını temsil eden toplumun, ham madde kabul edilen doğadan ve insan duygularından üstün olduğunu düşünüyor, onlara egemen olması gereğini vurguluyordu.
Doğal ilkel insanlar(!)
Doğa ile uğraşan insanlar, köylüler, esnaf ve zanaatkâr gibi kesimlerin insanları ve eskimiş kabul edilen inançların temsilcileri bu ayrışmanın doğa kısmında, zenginler, asiller ve entelektüeller toplum kesiminde kabul edildiler. Toplum doğaya hükmedeceği gibi, seçkinler de çoğunluktaki, güruha egemen olacaktı. Batının “çağdaş” kabul edilen toplum projesi bundan ibarettir.
Batılılar, daha sonraki dönemlerde bir de “sivil toplum” kavramı ortaya attılar. Türkiye’de bu kavram sadece devlet dışı kuruluş ve topluluklar şeklinde anlaşıldı. Hâlbuki “sivil” sözcüğü bilindiği gibi “kentli” yani medeni (uygar) demektir aynı zamanda. Kentli, medeni, olmak da “burjuva” olmak, yani şehirlilik, kentlilikti. Böylece eski yüksek sosyete kavramı yerini kapitalist sivil topluma bırakmış oluyordu ki bu iki anlayış arasında aslında hiçbir fark yoktu.
Çağdaş yaşam çağdaşlığı (!)
Türkiye’de 19’uncu yüzyıldan beri tepeden inme ve dış müdahalelerle inşa edilen kapitalist sivil toplum o şekilde gelişmiştir ki, onun içinde yer almak için üretim süreçlerine sermayedar ya da yüksek düzeyde uzman olarak katılmak yetmez. Aynı zamanda merkezi Batı’da olan sivil (medeni) toplumun yaşam biçimini de benimsemek ve uygulamak gerekir. Bu yeni bir aidiyettir ve eskilerin terkini zorunlu kılar. Türkiye’de olsun, Batı dünyasında olsun “çağdaşlık” denilince anlaşılan da budur, yani felsefede Frankfurt Okulu’nun “kapitalist sosyalleşme” diye adlandırdığı kavram.
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Hayır” çadırında “yol, köprü önemli değil biz çağdaş Türkiye istiyoruz” diyen CHP’li kafası budur. Buradaki büyük problem, kendilerini “çağdaş toplum” olarak görenlerin ülkede yaşayanların büyük kısmını toplum olarak dahi kabul etmemeleridir. Batı ülkelerinde geliştirilmiş olan şablonların Türkiye’ye taşınması ülkemizde gerçek bir bölünme ve kutuplaşmayı işte 200 yıldır yaratmıştır da bu gerçek demokratikleşme ile birlikte son derece görünür bir hal almıştır.
Tek toplumu kurulacak
Yenikapı’daki milyonları harekete geçiren en büyük etken işte Türkiye’deki bu bölünmedir. Kim ne derse desin, Türkiye’deki ekonomik sistem kapitalizmdir, ekonominin büyük bölümü Batı çizgisinde olanlar tarafından kontrol edilmektedir, toplumda çoğunluk başka düşünse de baskın olan kültür ve yaşam biçimi Batı kapitalizmi doğrultusundadır. Bu nedenle, toplumun çoğunluğu elde ettiği bütün özgürlüklere rağmen dışlanmaktadır.
Kutuplaşmadan şikâyet edenler çoğunluğun bu dışlanmaya boyun eğmesini isteyen kapitalist sözcülerdir. Ne yani, insanlar sabah akşam “cahil, çağdaş değil, yobaz, ilkel” şeklinde hakaretlere uğrayacaklar, toplumun bir parçası kabul edilmeyip ötelenecekler ve susacaklar öyle mi? 16 Nisan ayrımcılığa karşı tek toplum yaratma doğrultusunda önemli bir adımdır, milyonlar da bu nedenle oradaydı.