Kayahan Uygur


Yayın Tarihi:

07 Şubat 2017 Salı 01:00:00

Şu vesayet konusu ve referandum 

Türkiye’de “vesayet” konusundaki söylem de slogan düzeyini aşmıyor. Başkalarını sürekli hamasetle suçlayıp son 30 yılda genelleme ve laf ebeliğinden başka bir iş yapmamış olan liberaller bu konuda önemli bir kafa karışıklığı yaratmışlardır. Maalesef ülkemiz bu gibi unsurlar tarafından o hale getirilmiştir ki en temel yurttaşlık bilgilerini bile yeniden hatırlamak bir gerekliliktir. “Vesayet” ile “vesayetçilik” aynı şey değildir ve bu konu çok hassastır. 

Denetim şart 

Genel olarak tüm devlet yapılanmalarında üst kademelerin alt kademeler üzerinde zorunlu bir kontrolü vardır. Bunu ortadan kaldırmak devlet içinde her kafadan bir ses çıkmasına yol açar ki bu da devletin bütünlüğüne zarar verir. Yolsuzluk, yetki istismarı, görevi kötüye kullanma şeklindeki sapmalardan söz etmiyorum bile, sadece öncelikler konusundaki farklar devletin çeşitli birimleri arasında anarşi ve kargaşaya yol açabilir. Bunu önlemenin yolu hiyerarşik denetimdir. Böylelikle devletin birliği ve bütünlüğü sağlanmış olur.  

Ancak devlet yapılanması her zaman bir piramit biçiminde olmayabilir. Bazı devlet organları, örneğin yerel yönetimler pratik ve kısmi bir özerkliğe sahiptirler. Hükümetin belediyelerin her işine doğrudan müdahil olma hakları yoktur, ama bu yönetimlerin yerel yetkileri tamamıyla denetim dışı oldukları anlamına da gelmez. Hükümetin belediyeler üzerinde vesayeti vardır ve bu üniter bir devlette zorunlu ve gereklidir. Hukuk sisteminden geniş ölçüde yararlandığımız Fransa’da bu tür idari vesayete “tutelle administrative” denilir. 

Kamusal çıkarlar 

Vesayetin amacı şu veya bu ölçüde özerk karar alma yetkisinde olan alt organların kararlarını “genel kamusal çıkarlar” adına denetleyip, gerektiğinde değiştirmektir. Eğer alt organlar tamamen yasalara ve kamu düzenine aykırı uygulamalar içindeyseler vesayet makamı bu organlara kayyum atayabilir. 

Burada “genel kamusal çıkarlar” konusu gündeme gelmektedir. Kamusal çıkarlar mekân bakımından özel ve genel olarak ikiye ayrılabilir. Örneğin bir ilin özel çıkarlarıyla, ülkenin genel çıkarları her zaman denk düşmeyebilir. Mesela sınır ticareti bir bölgede ekonomiyi geliştirmesi bakımından olumlu sayılabilir ama ülkenin güvenliğini tehlikeye düşürebilir. 

Aynı şekilde, kamusal çıkarlar kısa ve uzun vadeli olarak da düşünülebilir. Mesela emeklilik yaşını düşürmek kısa vadede vatandaşı memnun edebilir ama uzun vadede devlete ödeme güçlükleri yaratabilir. Bu açılardan baktığımızda genel çıkarların yerel çıkarlara, uzun vadenin kısa vadeye ağır bastığı bir anlayış ön plana çıkmaktadır ve vesayet bu alandaki dengeleri gözetir. 

Strateji konusu 

Türkiye gibi büyük devletlerde ülke politikaları genellikle seçim dönemlerinden daha uzun süreler için planlanır. Ülke stratejileri ve ulusal siyaset belgeleri gibi metinler bu tür çok uzun vadeli çıkarları ele alır. Türkiye’de ve ABD’de mevcut olan Milli Güvenlik Kurulu gibi kurumlar bu tür konular üzerinde çalışırlar. 

Geçmiş dönemde Türkiye’de Milli Güvenlik Kurulu’nda görevli bazı generallerin kendi konumlarını istismar ederek seçilmiş hükümetler üzerinde sanki bir vesayet organıymış gibi davrandıkları görülmüştür. Tabii ki bu tutum tamamıyla hukuk dışıdır, bu tür kurullar uzun vadeli belgeler hazırlasalar da milli iradeyi arkasına alarak gelen her hükümet bu planları güncelleme hakkına sahiptir. Demokrasinin gereği budur.      

Vesayetçilik 

General, istihbaratçı, maliyeci, diyanetçi gibi bazı bürokratların kendi yetkilerini kötüye kullanarak aralarında cuntalar oluşturmak suretiyle milli irade üzerinde vesayet kurma çabalarına “vesayetçilik” denir. Bu durum milli iradenin seçtiği kişi ve organları küçümsemenin ve kerameti kendinden menkul iktidar odakları kurmanın işaretidir ve bir suçtur. İşte bu suç olma özelliği nedeniyle Türkiye’de hiçbir zaman vesayetçiliğin milli ve yerlisi olamaz, çünkü vesayetçiler korkularından sırtlarını sürekli dış güçlere, Amerika’ya, NATO’ya, Avrupa Birliği’ne, İMF’ye ve her türden küreselci odaklara dayamak zorundadırlar. 

Görüldüğü gibi yasal ve meşru “vesayet” ile yasadışı, gayrı millî ve gayrı meşru “vesayetçilik” arasında çok büyük farklar vardır. “Her türlü vesayete karşıyız” denilerek üniter devletin birlik ve bütünlüğünü sarsmaya çalışanlara karşı uyanık olmalıyız. Bizim karşı olduğumuz uygulama milli irade üzerinde gayrı meşru vesayet kurma çabası yani vesayetçiliktir. İşte Başkanlık sistemi bu tür vesayetçiliğe karşı mücadelede önemli bir araçtır. 

Baronların vesayeti 

Ayrıca “vesayetçilik” tehlikesinin dışında devlet otoritesi içinde bir “feodalite” tehlikesi vardır. Bu tür feodalite bakan, müsteşar, genel müdür gibi bazı devlet memurlarının iş dünyası ve bazı politikacılarla işbirliği içinde devletin ve milli iradenin kontrolü dışında güç odakları oluşturması demektir. Bugüne kadar Türkiye’de var olan çarpık sistem içinde bu güç odakları ülkemize çok büyük zarar vermiştir. BU DA devleti inkâr ederek vatandaş üzerinde BİR TÜR FEODAL VESAYET kurmaktır. Başkanlık sisteminin kabulü ile yürütmede çok başlılığın kaldırılmasıyla birlikte bu feodal baronluklara da bir son verilecektir. İşte diğer sebeplerin yanı sıra, sırf bu nedenlerden dolayı da başkanlığa EVET diyorum.