Yayın Tarihi:
20 Ocak 2017 Cuma 01:00:00
Trump'ın politikasını ne belirleyecek?
Obama 8 yıl iktidarda kalıp dünyayı kan ve ateşe boğduktan, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaptıktan sonra çekip gidiyor. Yerine yerleştirmeye çalıştığı Hillary Clinton da oy sandıklarında boğuldu. ABD’de yeni bir dönem başlıyor, 1980’lerde Reagan ve Thatcher’le ortaya çıkan küresel liberalizm dönemi artık sona ermiştir. Küreselci liberal akım amaçları ve tabiatı gereği emperyalist, savaşçı ve saldırgandır. Son dönemde dünyanın ve Türkiye’nin karşılaştığı sorunlar da buradan kaynaklanıyordu.
Obama tüm bu menfur faaliyetini elbette tek başına yapmıyordu, küresel liberal çetenin başındaki figürdü ama arkasında dünyanın en zenginlerinden, finans gruplarından, istihbarat akbabalarından oluşan karanlık bir grup vardı. Obama’nın Türkiye’deki en sadık hizmetkârlarına gelince onlar FETÖ, ordu ve devlete sızmış FETÖ’cü ve NATO’cu asker sivil ajanlar ve liberal aydınlar şebekesiydi.
Tesadüf mü?
Medyada bazı liberal çevreler, belli ki tasası kendilerine düşmüş, Trump’ın ABD Başkanı olmasını küçümsemeye, bu olayın haris bir politikacının demagojik bir kampanya ile seçim kazanmasından ibaret olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Bu durum ABD’deki gelişmeler sonucu öksüz ve yetim kalmış olan liberal aydınların karanlıkta ıslık çalmasıdır. Çünkü Trump iktidara kendi adına değil liberalizmin 35 yıldır ezdiği ABD orta ve alt sınıflarının desteğiyle gelmiştir. Yani Başkan sermayenin daha çok reel ekonomiye yakın olan, finanstan, hayali sermayeden zarar gören kesimlerini temsil ediyor. Bu nedenle de ABD’nin yerli ekonomisini küreselcilere karşı korumak istiyor.
Ekonomik temel
Trump, Çin ürünlerine yüzde 45, Alman otomobillerine yüzde 35 vergi koymak isterken kendi yerli ve milli ekonomisini desteklemiş oluyor. Trump’ın burada hedef aldığı Çin ve Almanya değildir, oralara para yatırıp kendi ülkesindeki sanayiyi ortadan kaldıran finans sermayesidir. Tekelci kapitalizmin üst aşamalarında sermayenin çeşitli kesimleri arasında bu tür çelişkilerin ortaya çıkması eşyanın tabiatı icabıdır. Serbest rekabetin tamamen bir yalan haline geldiği, küresel tekellerin ekonomiyi ele geçirdiği bir dönemde finans sektörü çok büyük bir ağırlık kazanır ve ülke içinde reel ekonomik faaliyet gösteren kesimler bu duruma tepki duyarlar. Finans oyunları nedeniyle işyerleri kapanan fabrikaların işçileri, işleri bozulan orta sınıf mensuplarının desteğini de alan finans sermayesi aleyhtarları ulusal pazarı koruma dönemlerine geri dönmek isterler.
ABD’deki durumu sadece seçim başarısına indirgemek isteyenler, toplumun yüzde 50’sini oluşturan alt kesimlerin milli gelirden aldıkları payın son 30 yılda yüzde 20’den yüzde 11’e düştüğünü görmek istemiyorlar. Trump’ı başa getiren isyan somut ve toplumsal temellere dayanmaktadır. Ayrıca Batı’da göze çarpan bu orta sınıf isyanı sadece ABD’de değil, Brexit’i gerçekleştiren İngiltere’de, popülist sağın tavan yaptığı Avrupa ülkelerinde de son derece canlıdır. Demek ki, konu gelip geçici bir olay değil, devresel bir eğilim ve bir dönem değişikliğidir.
Liberalizm sömürü ve savaş demektir
Küreselci liberalizm, sermaye yayılmacılığını o da ister istemez askeri yayılmacılığı, dünyanın tek jandarmalığı heveslerini yaratmıştır. Obama, iş başına geldiğinde ne demiş olursa olsun küreselci liberal ekonominin gereklerine uygun olarak hareket etmiştir. Yayılan sermaye ile birlikte her tarafa demokrasi götürme bahanesiyle savaş ve bombardımanlara başvurmuş, terör örgütlerini kullanmış, ülkeleri bölüp parçalamış, özellikle İslam dünyasını darmadağın etmiştir. Bunu şu veya bu iradi nedenle açıklamak yerine ekonomik yapının ve süreçlerin doğal sonucu olarak görmek gerekir.
Şimdi Obama’nın küreselci liberal ekonomik tercihi nasıl müdahaleci, savaşçı ve gerilim yaratan politikaların ağırlık kazanmasını sağlamışsa, Trump’ın içe kapanmacı ve iç piyasayı korumacı seçimleri de askeri müdahalelerden uzaklaşmasını getirecektir. Zaten Trump’ın kendisi de “son yıllarda Ortadoğu’ya 6 trilyon dolar gömdüklerini, böyle bir paranın savaşa ayrılması yerine ABD’nin ekonomik altyapısı için kullanılmasının daha doğru olacağını” söylemiştir.
Dünya barışı için
Obama, özellikle son yıllarda Rusya ile çok sert kapışmalara girmiş, Rus sınırlarına asker yığmış, Türkiye’yi bu ülkeyle savaşmaya zorlamış, Ukrayna’yı parçalatmış ve dünyayı nerdeyse nükleer bir çatışmaya sürükleyecek bir yola girmiştir. Obama bu militarist yaklaşımında NATO’yu da kullanmıştır. Trump ise, sorunları Putin ile görüşerek çözeceğini, askeri tırmanmadan uzak duracağını açıklamıştır. Bu yaklaşım daha bugünden dünyadaki durumu yumuşatmıştır. Ayrıca Trump, NATO’nun gününün geçmiş olduğunu vurgulamakta, daha barışçı bir yapılanma önermektedir. Trump’ın istihbarat ve savunma konularındaki danışmanlarının verdikleri demeçler incelendiğinde Trump’ın terör örgütleriyle ABD arasındaki tüm ilişkileri sonlandıracağını, PYD’ye yardımı keseceğini, Türkiye ile düşmanca olmayan, saygılı ve eşit ilişkiler kuracağını düşünüyorum. Trump’ın gelişinin dünyadaki savaş olasılığını en az birkaç yıl ertelediği kanısındayım.
Hoş geldiniz
Her hâlükârda, Trump’ı genel politikaları gereği dünya barışı için Obama’ya nazaran çok daha olumlu değerlendirmek gerekir. Tabii, Türkiye için asıl ölçüt FETÖ’nün iadesi ve PYD konusudur. Bu düşüncelerle yeni ABD Başkanı’na başarılar dilerim.