Yayın Tarihi:
21 Ekim 2018 Pazar 00:00:00
Siyaset ve akıl
Tüm ezoterik okullar siyasi aklı, tüm akıllardan istifade etme sanatı olarak tanımlarlar. Bu bakımdan tüm ülkelerde yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişki, bir nevi siyasetin seviyesini belirlemektedir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra sosyalist içerikli diktatörlük devrinin bittiği, demokrasi ve kapitalizmin galip geldiği vurgulanmıştır. Fakat ilerleyen zamanlar demokrasinin ve kapitalizmin zaferini değil tersine demokratik ülkelerin de neoliberal diktatörlüğe dönüşmesi gerçeği ile yüzleşmemize sebep olmuştur.
“Siyasette akıl zayıflayınca kılıcın parıltısı artar” der, önemli bir ezoterik okul. Siyasal ve askeri tarih, “akıl” dolu olduğu iddiası ile ortaya çıkıp, bozguna uğrayan liderlerin hikâyeleri ile doludur.
Siyasal, dinsel, ideolojik, askeri ve ekonomik bakımdan şeytanın bile aklına gelmeyecek nice inceliklerle dolu operasyonlar büyük yenilgiler ile sonuçlanmıştır.
SSCB’ye olağanüstü bilimsel, ekonomik, siyasal ve demokratik eleştiriler getiren ülkelerin siyasal anlamda SSCB’ye dönüşmesi tarihin bir azizliği değil, insanların aşırı dünyevileşmesinin sonucudur. İslami Asya’nın dramı, Batı’nın rönesans ve reform hareketleri öncesi arızalı zihniyeti Doğu’ya ihracı ile daha da katmerlenmiştir. İslami Asya’daki muhalefet hareketlerinin geneli, siyasal akıldan, topluma güven vermekten ve şeffaflıktan uzak ve aynı zamanda inanılmaz derecede “zalim” olduğu için başarıya ulaşamamaktır. Siyasal kalitesizlik ve Batı’yı yakalayacak vizyondan uzaklık ile malul olan İslami Asya’daki muhalefet hareketleri, yine orjin olarak ekseriyetle kendi milletlerine dayanmamaktadırlar.
Uluslararası siyasetin ve gelişmiş ülkeler ile tek üründen kaynaklı nakit zengini devletlerin kartlarına vakıf olamamak, İslami Asya’nın kronik akli zaafı haline gelmiştir. Akletme melekesini yitirmiş ve tarihi yol haritası olmaktan çıkarmış devletlerin akıbeti için bakılacak yerler bellidir.
Batı'nın; Doğu’nun siyasal, ekonomik, sosyal ve idari yetersizliklerini gidermek gibi bir derdi olamaz. Bu konu Batı’da İkinci Dünya Savaşı sonrasında tartışılmış ve karara bağlanmıştır. Bir ülkenin kalkınması ve gelişmesi onun kendi sorumluluk ve bilinç alanını oluşturur. Bu konu da açık ve nettir. Dolayısıyla İslami Asya’da olup bitenler, yabancısı olduğumuz olaylar değildir. Tarihin tekerrüründen ibarettir.
Bu bağlamda Türkiye’nin İslami Asya’nın en “özgün” İslami ülkesi olması başkaları tarafından “misyonlanmış” bazı ülkeleri Türkiye karşıtı bir konuma ve operatif statüye konuşlandırmaktadır. Bu “misyonlandırılmış” devletlerin ve dinsel toplulukların tarihsel ve gerçek bir istinat noktalarının olmayışı onları bölge dışı unsurların silahı haline getirmektedir. Türkiye’nin tarihsel siyasi bilinci, uluslararası birikimi ve küresel sistemi tanıma kat sayısı onu İslami Asya’da hem imtiyazlı bir konum sağlamış hem de bölgesel hedef yapmıştır.
Yüzyıllar boyunca kazanılan siyasal, kültürel, dinsel, askeri, teknolojik, bilimsel, akli ve insanî birikimler ve “kimlikler” kalıcı olmaktaydı. Ancak günümüzde akarsuların bile güzergâhı değiştirilebildiği gibi toplulukların ve milletlerin de kimlikleri ve zihinsel formatları da yeniden oluşturulabilmektedir.
Siyaset, akıl ve ilm-i siyaset kavramları, Asya’nın ve İslami Asya’nın üretimleridir. Bugün bu kavramlardan kopanlar tarihten de bir takvim yaprağı gibi düşerler.
Bütün bu cümleleri İslami Asya’nın bugününü tarihi derinlikten bakmaya yönelik bir başlangıç yapmaya ihtiyaç olduğu için kurduk. İlimi, bilimi, azmi ve yoğun çalışması olanı Allah yolda bırakmaz.