Kayahan Uygur


Yayın Tarihi:

02 Ekim 2016 Pazar 00:00:00

ABD’nin sonu ve liberal ihanet 

ABD Kongresi’nin ezici oy çoğunluğuyla çıkardığı JASTA yasası, Amerikan imparatorluğunun ilanı ve bir meydan okumadır. “Justice Against Sponsors of Terrorism Acte (Terör eylemi destekçilerine karşı adalet)” sözcüklerinin baş harfleriyle anılan yasa ile herhangi bir Amerikalı, herhangi bir mahkemenin önünde yabancı bir devleti mahkûm ettirerek, bu devletin örneğin ABD’deki varlıklarına el koydurabilecektir. Oysa uluslararası hukuka göre devletlerin dokunulmazlığı vardır. 

Uluslararası hukuka göre vatandaşlar yabancı devletler hakkında dava açamazlar, devletlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları çözmenin ise kendine özgü yolları vardır. Örneğin, Mavi Marmara olayında Türk vatandaşları İsrailli yöneticiler hakkında dava açtılar, o ülkenin devleti hakkında değil. Bu olayda Türk devleti kendi vatandaşlarının haklarını diplomatik yollardan aradı. Aksi takdirde, bir ülkenin mahkemelerinde başka ülkeler mahkûm edilirse, başka ülkeler de buna karşılık vermek için benzer önlemler alabilir, dünyada büyük bir kargaşa ortaya çıkar ve herkes birbirine girer. 

Eşkıyalık bu! 

Uzmanlara göre, JASTA yasasının yürürlüğe girmesiyle asıl hedef alınan ülke Suudi Arabistan’dır. 11 Eylül olayıyla ilgili olarak hazırlanan ABD resmi raporu Suudi’yi devlet olarak aklamış olsa da o devletin alt kademelerinde bu eylemi desteklemiş olanların bulunabileceğini ihsas etmektedir. İşin püf noktası da buradadır, 11 Eylül’de zarar uğramış olan bir aile herhangi bir hâkim önünde tazminat davası açabilir ve Suudi’nin ABD’deki 100 milyarlarca dolarlık varlığını dondurabilir. Elçilik binasına bile haciz koydurup sattırabilir. 

JASTA Yasası tabii ki Suudi Arabistan’la sınırlı değildir, 11 Eylül’de El Kaide’nin Hamburg hücresinin kilit rol oynadığı bilindiğinden yeterli önlem almayan Almanya sorumlu tutulup, tazminat istenebilir. Olay sadece bilinen önemli terör saldırılarıyla kısıtlı da değildir. Örneğin, Ukrayna kökenli bir Amerikalı Rusya’yı terörle suçlayıp dava açabilir ya da İrlanda kökenli biri İngiltere’yi devlet terörüyle suçlayabilir. 

Üst devlet 

ABD’de Federal Hükümetin hazırladığı bir listede adı “terör devleti” olarak geçen ülkeler hakkında dava açılabilmesi bile eleştirilirken şimdi tüm devletler otomatik olarak bu kategoriye sokulmuştur. ABD, bu girişimiyle kendi mahkemelerinin diğer ülkelerden üstte, kendisinin de diğer ülkeler karşısında üstün bir konumda olduğunu ilan ediyor. 

ABD’nin JASTA ile ilan ettiği yeni konum 1990 yılında “Komünist Blok”un yıkılışından sonra başlatılan küreselleşme sürecinin son aşamasıdır. Bugüne dek özellikle liberaller eliyle insanlara kabul ettirilmeye çalışılan bu süreç aslında ABD devletinin küreselleşmesidir. Refah, teknoloji ve alabildiğine serbestiyet diye parlatılan küreselleşme özünde ABD’nin küresel tek devlet haline gelmesi ve dünya hegemonyası kurmasıdır. 

Ya iflas, ya savaş 

Bu durum, kapitalizmin geldiği son aşama, dolayısıyla da yıkılmanın arifesidir ve bu sadece soyut bir teori değildir. ABD’nin kamu borcu astronomik biçimde artmaktadır. Örneğin daha 2013’de 16 trilyon 700 milyar dolar olan borç 2016’da resmi olarak 19 trilyona ulaşmıştır.  ABD’li bazı uzmanlar ise gerçek borcun devlet garantisi altındaki emeklilik hesaplarıyla birlikte 38 trilyon olduğunu (ABD’nin gayrisafi milli hasılasının yüzde 210’u) söylüyorlar ki, bu borçtan kurtulmanın tek yolu küresel hegemonyadır. En azından ABD’de işbaşındaki liberal küreselleşmeci çizgi böyle düşünmektedir. ABD, süper devlet olma iddiasından vazgeçip mütevazı bir yol seçmezse dünyamız yeni gerginliklere gebedir. 

Başka ülkelerin ABD hegemonyasını kolayca kabul etmeyecekleri dikkate alındığında önümüzde iki ihtimal var. Ya tüm dünya ülkeleri birleşerek ABD’ye sınırlarını hatırlatacaklardır ya da şu veya bu şekilde ABD küreselleşecektir. İşte liberallerin ihaneti de burada yatmaktadır. Kapitalizmin en olgunlaşmış döneminde, onun vatan, millet, din gibi eski aidiyetlerden arınmış en saf ideolojisi olarak liberalizm ön plana çıkmıştır. 

İnsanlığa ihanet 

Dikkat edilsin, vatan kavramı olmayan liberallere “vatan haini” demenin bir anlamı yoktur. Liberalizm insanlık hainliğidir, ABD küreselleşmesinin bir aracı olarak dünyanın dört bir yerinde askeri darbe, terör, savaş, çatışma ve yıkımların avukatlığını yapmaktır. Zaten onun için Türkiye’de liberaller,  tüm ulusal davalarımızda düşmana hak verirler. FETÖ haklı, PKK haklı, PYD haklı, Yunanistan haklı, Ermenistan haklı, Kıbrıs Rumları haklı, AB’deki Türk düşmanları haklı, Moody’s haklı… kısacası liberal olmak çok kolaydır.      

Kimileri liberalizmle İslamcılığın tarihsel müttefik oldukları iddiasını ortaya atıp kendilerine Türkiye’deki durumdan vazife çıkarmaya çalışıyorlar. Bunlar boş iddialardır. 1920’de Büyük Millet Meclisi toplandığında Ankara’da İslamcılar yerli ve milli unsurlarla beraberdi. Peki, İstanbul’da da kendilerine “İslamcı” diyenler yok muydu? Vardı ve onlar da Ali Kemal gibi liberallerle beraberdiler. Bugünkü koşullarda Lawrence tipi “İslamcılıkla” ABD yanlısı liberalizmin en güzel karışımı FETÖ’cülüktür. Eh zaten liberaller de yıllar boyu Taraf gazetesinde FETÖ yandaşlığı yapmaktan başka ne yaptılar! 

Türkiye çizgisi 

FETÖ deşifresinden sonra Türkiye, pek çok konuda Rusya, Çin, Hindistan, Filipinler, Brezilya, mazlum ülkeler ve hatta Avrupa’yla ilgili pek çok çatışma alanında ABD’den değil haklı olandan yana tavır alıyor. Nitekim Suudi Veliaht Prensi’nin JASTA’dan sonra Türkiye’ye gelişi anlamlıdır.