Yayın Tarihi:
08 Aralık 2016 Perşembe 00:00:00
Aman demokrasi getirmeyin
Bizim sorunumuz kiminle?
Ortadoğu’ya demokrasi getirme bahanesiyle milyonlarca insanı katleden, ülkeleri haritadan silen, terör örgütlerini kullanan küreselci hükümetlerle.
Reagan ve Thatcher’in temellerini attığı liberal saldırganlıkla. Baba ve oğul Bushlar, Tony Blair ve David Cameronlarla, Obama ve Clintonlarla ve onların yolunu takip eden AB yöneticileriyle.
ABD önderliğinde ve AB ülkelerindeki yerleşik yapının partileri tarafından desteklenen bir koalisyon 25 yıldır bölgemize doğrudan saldırıyor. Bu cephenin gerekçeleri, uygarlık paylaşımı, Batı değerlerinin savunulması, “cihatçılarla mücadele, “Müslümanlara demokrasi getirme” gibi sömürgeci formüllerdir. AB hükümetlerindeki Hıristiyan Demokrat, Sosyal Demokrat ve liberal partiler yine benzer gerekçelerle, FETÖ, PKK, PYD ve DHKP-C gibi terör örgütlerini besleyip üzerimize salıyorlar.
Batı’daki muhalefet daha kötü değil
Biz yıllardır bu saldırılara direnirken ve belki de bu mücadelemiz sayesinde son yıllarda Batı’da yeni bir eğilimin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu yeni milliyetçi, halkçı ve sağcı akım çok ilginç fikirler söylüyor. “Başka ülkelerin iç işlerine karışmayacağız, rejimleri değiştirmeyeceğiz, hükümetleri devirmeyeceğiz” diyorlar. Kendi rejimlerini başka ülkelere ihraç etmeyeceklerini vurguluyorlar. “Önce biz” diyorlar, “kendi işimize bakıp, ülkelerimizi yeniden zenginleştireceğiz” şeklinde konuşuyorlar.
Batı Avrupa’da bulunan bazı rejim karşıtı muhalif partiler aynen şunları belirtiyorlar: “Biz ABD’den bağımsız olmalıyız. ABD, bizi kendisine benzetmek için ülkemize yoğun bir yabancı nüfusu yerleştirerek milli direnişimizi kırmak istiyor. Bizi de kendisi gibi bir göçmen ülkesi yapmak istiyor. Bizimle ilgili kararlar seçiminde hiçbir katkımız olmayan AB Komisyonu tarafından alınıyor. Demokrasi zedeleniyor, AB’yi finans lobileri ve ABD yönetiyor. Almanya’da 80 bin Amerikan askeri vardır, işgal altındayız. Ülkelerimizdeki işyerleri yabancı ülkelere taşınıyor ve işsiz kalıyoruz, burada geri kalan işlere de dışardan getirilen ve çok ucuz ücretlere razı olan yabancılar yerleştiriliyor. Milli paralarımız kaldırılarak Avro’ya geçilince hepimiz yoksullaştık, bu durum değişmeli ve milletler Avrupası kurulmalıdır.”
Bu görüşlere katılırsınız katılmazsınız, ama bunların Avrupa’da yaşanan belli bir sıkıntıyı yansıttığı ve bunları dile getiren partilerin demokratik bir görev yaptıkları açıktır. Hâl böyleyken AB’deki yerleşik düzen ABD’ye bağımlı seçkinci ve küreselci diktayı sürdürebilmek için halkçı muhalefeti “ırkçı”, “faşist”, “aşırı sağcı” gibi etiketlerle karalamaktadır. Benzer suçlamaları Türkiye’de çok yakından tanıdığımızdan bu sıfatları duyduğumuzda ilk tepkimiz “acaba “ diye sormak olmalıdır.
Bizim için faşist kimdir?
Ayrıca, bizim için önemli olan o ülkelerin iç politika sorunları değildir, onların göçmenlere karşı tavrı önemlidir ama bizim gündemimizde birinci sırayı almaz. Bizim asıl sorunumuz FETÖ’ye, PKK’ya, PYD’ye, DHKP-C’ye kimin destek verdiğidir. Bunlara destek veren her hangi bir güç, kendisini ne kadar demokrat, barışçı, insan sever ilan ederse etsin, bizim için ırkçı da odur, faşist de odur, her türlü melanet de en çok onda bulunur.
Gerçek bu kadar açıkken, birçok aydınımız, siyasimiz AB yöneticileriyle, Batı Avrupa’nın yerleşik düzeniyle aynı dili konuşuyorlar, onlarla aynı suçlamaları paylaşıyorlar. Tabii diplomatik amaçlarla ve münazara maksadıyla sarf edilen cümleleri kast etmiyorum ama ülkemizi sanki bazı muhalif akımlara karşı AB yöneticileriyle aynı saftaymış gibi gösteren yaklaşımlar yanlıştır. Biz AB’nin sistem partilerinin milliyetçi muhalefete karşı mücadelesini destekleyemeyiz. Bizim düşmanımız milliyetçiler değil küreselcilerdir. Milliyetçilerle bir şekilde pazarlık yapıp güç dengesine göre ortak bir nokta bulabiliriz. Ancak ülkemizi bölüp parçalamak, yıkmak, kendi rejimlerinin esiri haline getirmek isteyen küresel güçlerle hiçbir ortak noktamız olamaz.
Küreselci Türkler
Dünyada son çeyrek yüzyılda etkili olup bugün devirleri kapanmış bulunan küreselciler ülkemize büyük zararlar vermiştir. Türkiye’ye bir modeli dayatmak istemişlerdir. Ekonomide liberal, kültür ve hayat tarzında batıcı, din anlayışında diyalogcu, yönetimde Amerikan takipçisi olma modelidir bu. Ekonomiyi IMF’ye, finansı derecelendirme kuruluşlarına, orduyu NATO’ya, hukuk ve politikayı AB’ye, dini ve inancı da Fethullah Gülen’e teslim etmektir. Bu modelin bir yanını alıp, diğer yanlarını istemiyorum demek bir elbisenin sadece kollarını ya da yakasını giymeye benzer ki bu mümkün değildir. Dolayısıyla AB’nin bugün hâlâ küreselciliğe devam eden ve uzatmaları oynayan yöneticileriyle hiçbir konuda mutabakatımız veya ortak mevzuatımız olamaz.
Ukrayna’dan ders
Demokrasi gerekçesiyle şu saatte hâlâ AB hayalleri peşinde koşmak aymazlıktır. AB’nin kurulduğu andan beri herhangi bir ülkeye demokrasi getirdiği görülmemiştir. Son yıllarda yayıldıkları Doğu Avrupa tam bir mafya ve faşist rejimler bölgesine dönüşmüştür. AB’nin vizeyi kaldırma, para yardımı ve üyelik süreciyle aldattığı Ukrayna’nın başına neler geldiğini görüyoruz. Bisküvi kralını başkan yaptılar, ülke yolsuzluğa boğuldu, sokaklar faşist çetelerin eline geçti, ülkenin yarısı ve Kırım elden gitti. Üstelik AB ne vizeyi kaldırdı, ne de oraya tek kuruş verdi. Komşuya bakıp, ders alalım.