Yayın Tarihi:
03 Ocak 2017 Salı 00:00:00
Küreselci terör markaları
Dünyada 1980’li yıllardan beri bir küreselleşme dönemi yaşanıyordu. Türkiye de 12 Eylül darbesiyle birlikte ekonomik, siyasal, askeri yönlerden küreselci finans sermayesi sistemine tam anlamıyla bağlanmıştı. O yılları bilenler dönemin sık sık kullanılan ünlü bir cümlesini hatırlasınlar: “Bağımsızlık yoktur, karşılıklı bağımlılık vardır.”
Seçkinci ezber
Küreselciliğin sarsıldığı ve yeniden ulus devletlere dönme eğiliminin ortaya çıktığı 2016 yılına kadar dünyada sistemin imparatorluğunu ABD yaptı. Kendini bu sistemin parçası sayan devletlerde, hele NATO gibi ittifak örgütlerine üye olan ülkelerde seçkinci kesimler tarafından topluma “dünya çapında” düşünme öğütlendi, her konunun “global planda” ele alınması istendi. Ama nedense hep olumluluklar ve yararlı gelişmeler küresel etkilere bağlandı da, terör gibi belalar ulusal ya da bölgesel nedenlerden kaynaklanan sorunlar olarak görüldü.
Türkiye hakkında görüş bildiren küreselci aydınlar son 35 yıldır sürekli belli ideolojik kalıplarla hareket ettiler. Ekonomik sorunlar, ülke yönetimindeki eksiklikler, toplumsal gelişmişlikteki noksanlar hep küreselleşmenin yetersizliğiyle açıklandı. Bu aydınlara göre “ilerilik” ve “gerilik” diye adlandırdıkları bir iyi ve bir de kötü iki kutup vardı. Ne kadar küreselleşirsek o kadar ilerlerdik, küreselleşmede geri kalmak ise geriliğin ta kendisiydi.
Küreselin aracı
Türk aydınları arasında bir dönem kültürel hegemonyayı ele geçirmiş olan FETÖ’cü ve liberal çevrelere göre küresel ve kozmopolit olmak çağdaşlıktı, yerli ve milli olmak ise hamasetti, “çağdışı ilkel kafalara” mahsustu. Bu dünya sistemi yanlısı basmakalıp düşünceye göre terörün nedeni işte yeteri kadar küreselleşmemiş olmamızdı, teröre karşı mücadele sisteme daha çok bağlanmaktan geçmekteydi.
Bu akıl yürütmeler bir analiz hatası değildi tabii ki, terörü bizi daha çok kendine bağlamak, kendi politikalarının bir uzantısı yapmak için kullanan okyanus ötesi güçlere hizmet etmenin kurnazca bir yoluydu sadece. Memlekette uçan ve uçmayan kuşlardan iktidarı sorumlu tutan bu aydınlar, küresel sistemdeki aksaklıklardan bu sistemin merkezindeki odağı asla sorumlu tutmazlardı. Tam tersine sorunların çözümü onlara göre kendimizi okyanus ötesi güçlerin ellerine bırakmaktan geçiyordu.
Liberal morfin
Bu düşünce tarzı toplumda ve karar alıcılar nezdinde zaman zaman oldukça etkili olabildi. Bu müddet zarfında küresel sistemin terör araçları olan FETÖ, PKK, DEAŞ gibi oluşumlar Türkiye’de güçlendikçe güçlendi. Bu dönemde liberal morfinle karar alıcıları uyuşturan Batı yanlısı aydınlar neredeyse yarısını ele geçirdikleri devleti, hâlâ demokrasi düşmanı, geriliğin kaynağı, vesayet odağı olarak göstermekten çekinmiyorlardı.
Ancak çoğu zaman yalnız bırakılan Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın kararlı duruşu ve son birkaç yıldır toplumda başlayan uyanış sadece ülkedeki terör güçlerine darbeler indirmekle kalmadı, bu güçlerin kaynağı olan küresel sistemi de oldukça sarstı. 15 Temmuz yıkılmamak için çırpınan küreselciliğin son umuduydu, Türkiye’nin direnişi ona son darbeyi indirdi ve Obama-Clinton ekibinin liderliği dağıldı. Onları 2017’de daha da kötü günler bekliyor.
Birlik ve beraberlik
Yedikleri bütün darbelere rağmen stratejik konumu ve mazlum halklar üzerindeki etkisi nedeniyle kilit ülke durumuna gelen Türkiye’yi yıkmak isteyen küreselci finans sistemi tam anlamıyla ortadan kalkmış değildir. İçine kapanmacı bir politika izleme vaatleriyle iktidara gelen Trump’a rağmen bu güçler ABD dış politikasında bir ölçüde etkili olabilir. Özellikle ABD istihbarat ailesindeki küreselciler tasfiye edilemedikleri takdirde ağır zararlar verebilirler. Öte yandan, hâlâ ayakta kalmayı başaran Merkel yüzünden Avrupa Birliği kendisini bu çeteden kurtarabilmiş değildir. Önümüzdeki 2017 yılı Avrupa açısından da bir dönüm noktasıdır.
Bu dönem zarfında Türkiye’ye düşen görev kendi birlik ve beraberliğini pekiştirerek nereden gelirse gelsin her türlü terörist kışkırtmalara karşı direnmektir. Küresel finans kapitalin bir uzantısı olan terörün son analizde kapitalizmin pazarlama ve etkileşim yöntemlerini uyguladığını unutmamak gerek. Nasıl piyasadan aldığımız deterjanlar reklam kuşaklarında birbirleriyle ölesiye çatıştıkları halde aslında aynı fabrikanın mamulü iseler, teröristin de FETÖ’cü, PKK’lı, DEAŞ’çı ya da DHKP-C üyesi olmasının bir önemi yoktur. Hangi markanın daha iyi temizlediği ya da hangi terör markasının daha çok cinayet işlediği teferruattır. Önemli olan bunların fabrikasını bilmektir.
OHAL gerçekten uygulanmalı
Terör fabrikasının amacını, ne mesaj vermek istediğini anlamak en önemlisidir. Bu mesaj bir kez algılandı mı teröre karşı verilecek en iyi cevap karşı tarafa terörle hiçbir yere varamayacağını, tam tersine terörün kendisinin de zararına olduğunu kavratmaktır. Bu da içerde bölünmeyerek, safları sıklaştırıp dik durarak, dışarda ise politikaları en kısa zamanda değiştirip daha bağımsızlıkçı bir çizgi izleyerek sağlanabilir. Bunu gerçekleştirmek için de ülke içinde teröre destek veren tüm unsurlara karşı pek çok alanda acil ve sistemli önlemler gerekiyor. OHAL teröre karşı alındığına göre bunun gereği yapılmalı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milli seferberlik çağrısı tehlike geçene kadar gündemde tutulmalıdır.