Yayın Tarihi:
11 Kasım 2018 Pazar 00:00:00
Sağlıklı yaşlanmanın formülü
Düşük kalorili beslenme, antioksidan besinler ve şifalı otları bolca tüketmek, düzenli fiziksel faaliyette bulunmak, stresten uzak durmak uzun ve sağlıklı hayatın kapılarını aralıyor.
“Yaşlılık, bilgisiz için kış, bilgili için de hasat mevsimidir.” Yaşlanma, tüm canlıların eninde sonunda karşılaşacağı, hayat döngümüzün bir dönemidir. Yapılan bilimsel çalışmalar, ölümsüzlüğün mümkün olmadığı noktasında birleşmektedir. Önemli olan ömrü uzatmak değil, kaliteli, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdürmektir. Bilimsel olarak şimdilerde buna ‘sağlıklı yaşlanma’ deniliyor. Yaşlanmayı bilgelik, olgunluk, erdemlilik, dinginlik olarak kabul edenler de hayli fazladır. Lakin yaşamı anlamlandırmak gerekir, yoksa Peyami Safa’nın dediği gibi “Zaman sadece armutları olgunlaştırır.”
DEĞİŞİMİN NEDENİ ARAŞTIRILIYOR
Herkes için yaşamın yadsınamaz bir parçası, yaşlanmaktır. Bu konu birçok araştırmanın konusu olup gelinen noktada birkaç önemli ipucu yakalamış durumdayız. Yaşlanmayla ilgili üzerinde durulan teoriler şunlardır:
Genetik şifre teorisi: Büyüme, gelişme, olgunlaşma, yaşlanma ve ölüm, genetik şifremizdeki bir program dahilinde olmaktadır.
Genetik hasar ve telomer teorisi: Genetik yapımızı oluşturan DNA ve RNA gibi bileşiklerdeki hasarlar sonucu dokular, organlar yaşlanmaktadır. Her kromozomun ucunda telomer adı verilen DNA grupları vardır. Bunlar, ayakkabı bağlarının ucundaki plastikler gibi tahribatı ve dağılmayı önler. Hücre bölündükçe telomerler kısalır. Sonunda öyle kısalır ki hücre bozulmaya başlar ya da ölür. Bütün bu aşınma ve yıpranma bizi birçok hastalığa karşı zayıf düşürür. Telomer boyunun kısalması ve dağılma, çok hücreli canlının yaşlanma süreci olarak kabul edilir. Zamanla zedelenen hücrelerin yerini alacak hücreler çoğalamayınca yaşlılık başlamaktadır.
ANTİOKSİDAN SİSTEM ÇÖKÜYOR
Serbest radikaller teorisi: Vücutta metabolizma sonucu hücreler oksijeni kullanmakta ve atık maddesi olarak da serbest radikaller ortaya çıkmaktadır. Belli bir yaşa kadar bu serbest radikaller, antioksidan sistemimiz tarafından temizlenip yok edilmektedir. Zamanla yetersiz hale gelmeye başlayan antioksidan sistemimiz bu atıkları temizleyemez hale gelir ve serbest radikaller vücudumuzda artmaya başlar. Bunlar hücre yapılarında (hücre zarından DNA’ya kadar) hasar oluşturarak, değişik organ hastalıklarını ortaya çıkarır. Radyasyon, güneş ışınları, hava kirliliği, sigara, viral ve bakteriyel enfeksiyonlar ve hayatımızın her alanındaki kimyasallar, serbest radikal üretir ve kronik hastalıkların oluşumunu hızlandırır.
Hormon teorisi: Yaş ilerledikçe hormonlarımızdaki azalma da kaçınılmazdır. Hormonlar azalınca bağışıklık sistemimiz ve metabolizmamız da bozulur. Yabancı maddeler ve hastalık etkenlerine karşı vücut savunması zayıflar. Düzenleyici fonksiyonları olan hormonlardaki değişiklikler, gerek kadın, gerekse erkeklerde yaşla birlikte çok sayıda kronik hastalıklara neden olur.
KEMİKLER ZAYIFLAR TANSİYON DENGESİZLEŞİR
Hücreler, organlar ve dokular: Hücre bölünmesi yavaşlar, azalır. Telomerler ve her hücrenin kromozomlarının uçları kısalır. Hücrelerde atık ürünler birikir. Hücreler arasındaki bağ dokusu sertleşir. Esneklik azalır. Birçok organın fonksiyonel kapasitesi azalır.
Kalp ve kan damarları: Kalp duvarı kalınlaşır. Kalp kası kanı pompalamakta zorlanır hale gelebilir. Aort (vücudun ana arteri) daha kalın, daha sert ve daha az esnek hale gelir. Kalp ve beyne kan sağlayan atardamarlar dahil olmak üzere, vücudun atardamarlarının çoğunda damar sertliği (ateroskleroz) gelişir.
Hayati belirtiler: Vücut kendi sıcaklığını kontrol edemez hale gelir, çabuk üşüme, el ayaklarda yanmalar ortaya çıkabilir. Kalp atış hızı dengesizleşebilir, eforlara karşı daha dayanıksız olup, stresten sonra normal kalp atışına dönmek zorlaşabilir. Bu dönemde nedeni bilinmeyen tansiyon oynamaları sık olarak karşımıza çıkar.
Kemikler, kaslar, eklemler: Kemik dokusu incelir, kemikler zayıflar, kırılmaya meyilli olur. Eklem sertlikleri oluşur, fonksiyonları azalır, ağrılar artar. Eklem kıkırdakları erimeye yüz tutar, kireçlenmeler ortaya çıkar. Kas kitlesi azalır, kemiklere gereği kadar destek veremez hale gelir.
Sindirim sistemi: Sindirim yavaşlar, hazım azalır, şişkinlik, gaz oluşması artar. Mide, karaciğer, pankreas ve incebağırsaklar daha az sindirim salgısı üretir.
Beyin ve sinir sistemi: Beyin ve omurilikteki sinir hücrelerinin sayısı azalır. Hareket ve hafıza kayıpları ortaya çıkabilir. Sinir hücreleri arasındaki bağlantı azalır, bunlara bağlı fonksiyonlar yavaşlar. Beyinde plaklar ve anormal yapılar oluşabilir.
Gözler ve kulaklar: Retinalar incelir, irisler sertleşir. Görüş netliği azalır. Katarakt oluşmaya başlar. Kulak zarı kalınlaşır, duyma azalır.
Deri, tırnak ve saç: Cilt incelir ve elastikiyetini kaybeder. Kırışıklıklar ve sarkmalar oluşur. Ter bezleri daha az çalışır, terleme azalır. Tırnaklar yavaş uzar. Saçlar ve kıllar ağarmaya başlar.
PSİKOLOJİK SORUNLAR ARTAR
Bu fizyolojik bulguların yanı sıra toplumumuzda sık karşılaştığımız yaşlılık psikolojisi de sıkıntı verici bir durumdur. Kişi, yaşlanma dolayısıyla yakınlarına daha fazla muhtaç oldukça, bir zamanlar üzerine titreyerek büyüttüğü gençlerle arasında sorunlar yaşayabilir. Yaşlanmanın getirdiği fiziki yetersizlikler nedeniyle aktif çalışma ortamından uzaklaşmak, yaşlanan bireylerde maalesef çoğu kez “hiçbir işe yaramadığı” hissine kapılmasına neden olur. Yaşlıların beklentisi, kendilerine daha çok özen ve saygı gösterilmesidir. İnatçılık yaşlılarda sık görülen bir durum olup, kendilerine sorulmadığı halde akıl vermeye kalkışırlar. Bu tip reaksiyonlar zıtlaşmalara, aile içindeki ya da toplumda uyumsuzluğa, hatta gereksiz gerginliklere yol açabilir. Çok sevdikleri, birlikte bir ömür boyu aynı yastığa baş koydukları eşleriyle bile küskünlüklere, restleşmelere, hatta boşanma tehditlerine varana kadar huzursuzluk ve güçlüklerle neden olabilirler. Özellikle başarısız bir evlilik yapmış olan çiftler için durum çok daha nazik bir hal alıp üzücü sonuçlara yol açabilir. Eşler arasında uyum ve anlayışın tesis edilemediği başarısız evlilikler, yaşlanma sürecinde, dış ortamda gittikçe azalan ilgi ve faaliyetlerden uzaklaştıkça boşanma, evden ayrılmayla sonuçlanabilir.
EN AZ UZUN YAŞAYANLAR OKİNAWA'DA
Bilindiği gibi ‘nasıl yaşlanmalı’ sorusu insanları meşgul ederken, özellikle ortalamadan yüzde 25 daha uzun ve mutlu yaşayan Japonya’daki Okinawa Adası sakinleri ve Okinawa kültürü, her zaman örnek gösterilmektedir. Geleneklerine, dinlerine sıkıca bağlı, akrabalık ilişkilerine önem veren, az ve organik besinler tüketen, fiziksel olarak aktif durumda olan bu ada halkının her biri, 100 yaşın üzerindeki yaşamlarını mutlu ve sağlıklı olarak sürdürmektedir. Oluşturulan sivil toplum kuruluşları uzun ve sağlıklı yaşamın sırlarını, yaşayan en eski kuşaklardan dinleyerek kayıt altına almaya ve yeni stratejiler geliştirmeye başladı. Okinawa kültürü olarak belirginleşen, içinde yaşam sırlarını taşıyan bu eylemlerin yeni bir rol modele dönüşeceğini umuyoruz. Uzun ve sağlıklı yaşamın kodlarını barındıran Okinawa araştırmalarının yeni nesilden de ilgi görmeye başlaması sevindirici bir gelişme olarak kabul edilmelidir.
ÖRNEK OLDULAR
Her konuda olduğu gibi uyanık Batılılar, Okinawa kültürü sayesinde uzun ve sağlıklı yaşamın sırrına fazlaca kafaya takıp “Okinawa beslenme modeli” gibi ‘bunu nasıl ekonomik gelire dönüştürürüz’ün peşine düşmüştür… Düşük kalorili beslenme, antioksidan besinleri (balık dahil) ve şifalı otları bolca tüketmek, düzenli fiziksel faaliyette bulunmak, stresten uzak durmak, belki de genleri serbest radikallerin yarattığı hasara karşı korumada onlara fevkalade katkılar sunmaktadır.