Yayın Tarihi:
18 Ağustos 2018 Cumartesi 00:00:00
Halkın Dilinden
2001 krizinin yaşadığı günlerde mecliste yer alan bir partinin genel başkan yardımcısı İzmir’e gelmiş ve konu ile ilgili bilgiler aktarıyordu. Rakamlar, telaffuzu zor ekonomik terimler, grafikler derken hiçbir şey anlamadan toplantıdan ayrılmıştık. Genel başkan yardımcısı çevresindekilere bir ismi sordu, kendisini uzun süredir görmediğini söyledi. Konuşurken adının önüne koyduğu sıfatta birini tanıyordum, o olabilir mi diye düşündüm. Kendisi bir ilk okulda müstahdem olarak çalışıyordu ama koskoca genel başkan yardımcısının hocam diye bahsettiği kişi o olamaz dedim; oymuş. Birlikte ziyaretine gittik hemen hemen aynı yaşta olmalarına rağmen hocam deyip elini öptü. Sonra gündemden konuşmaya başladırlar. “ Farz edin ki pazardasınız ve elinizde iki çuval maydanoz var. Cebinizde ise eve dönüş parası bile yok. İşte o zaman yandınız, çuvalın birinin yarısını en düşük paradan ya satarsınız ya satamazsınız.” dedi. Ardından devam etti. “ Ama o iki çuval maydanozu satarken cebinizde iki çuval parası daha varsa en yüksek fiyattan hepsini satar pazardan öyle ayrılırsınız. Bir an kendimi tutamadım, “anlattığınız, sermayenin gücü ve kârlılığı etkisi” dedim. Genel başkan yardımcısı gülümseyerek döndü “kendisi bizim gibi anlaşılmaz kavramalar üzerinden değil de konuları halkın anlayabileceği kavramalar üzerinden anlattığı için hepimizin hocasıdır” dedi.
Son günlerde yaşadığımız durumu anlatan bir çok yazı okudum, uzman dinledim. Maksatlı ya da maksatsız ABD’nin ekonomik açıdan ne kadar büyük bir devlet olduğunun altını çizen bir çok sohbete tanıklık ettim. Dün sevgili dostum Osman Yılmaz’ın sosyal medyada paylaştığı yazı 1994’te yaşadığım ve ekonomik durumları halkın dilinden anlatmanın önemini bana bir kez daha hatırlattığı için sizlerle de paylaşmak istedim: “ Sevgili dostlar bugün size gerçekten daha gerçek bir hikaye anlatacağım. Memleketin birinde astığı astık, kestiği kestik bir adam yaşarmış. Ahali ondan çekinir ve korkarmış. İnsanlar ona şirin görünmek için hediyeler, yemekler vs sunarmış. Ancak bu, adamı kesmemiş. Bir gün bu adam demiş ki ‘Bu insanlar artık benim gücümü kabul etti ve ben ne yaparsam onu kabul ederler. Ben insanlara ödeyeceğim diye senet yazar veririm ve yerine her türlü şeyi alırım. Daha da güçlenir borcunu isteyeni tepelerim.’ Adam dediğini yapmış yaz babam yaz borç senetlerini...Vermiş, vermiş, vermiş...Ahali çalışmış çabalamış mal, hizmet vs üretip adamın senedine karşılık vermişler. Bu borç senetleri arttıkça zannetmişler ki zenginleşiyoruz. Senetlerini ara sıra alacaklarını istemek üzere adama götürmüşler adam bir azar bir tepik ahali üzerine onu yatıştırmak üzere biraz daha mal, hizmet vs verip yerine senet almışlar. Bu döngü böyle sürüp giderken adam borçlanıp aldığı mallarla öyle bir hayat kurmuş ki gücüne güç katmış. ‘Artık senetleri bana getirmeyin bak ben ne kadar güçlü ve büyüğüm. Benim senetlerimle aranızda alış veriş yapın, kasanıza koyun ve benim kasamda çok alacak senedim var diye övünün. Benim senedim size güven ve itibar katar’ demiş. Gücünü göstermek içinde sürekli kavga çıkarıp ahalinin içinde ne kadar zayıf, düşkün varsa pataklamış. Kimi zamanda ahalinin evinde kavga çıkarıp güya arabulmak için kimseye sormadan gittiği evlerde gövde gösterisi yapmış. Birde bu kadar borçlu olmasına karşın utanmadan demiş ki ‘bana iyi bakın, iyi olmamı umun, umun ki kasadaki senetleriniz değersizleşmesin.’
İşte adına dolar denilen değişim aracının aslında karşılığının olmadığı, algı operasyonu ile şişirilmiş bir değere sahip olduğu Türkiye ile girdiği ekonomik kavgada ortaya çıkmış oldu. Şimdi bize düşen üretim mekanizmalarımızı harekete geçirerek her alanda çağın ihtiyaçlarına uygun yeni fabrikalar kurmak, tarımı hayvancılığı yeniden yapılandırmak ve başlattığımız bu ekonomik hamleyi diğer ülkelere örnek olacak bir noktaya taşımaktır.