Yayın Tarihi:
21 Temmuz 2018 Cumartesi 00:00:00
Karanlık çağ ve İslam Medeniyeti
Tarih yaşandığından ziyade yazıldığı gibi aktarılır sonraki nesillere. Bazı Avrupalı tarihçiler Orta Çağın bir kısmını, “Karanlık Çağ” olarak tarihe not düşmüşlerdir. İlginçtir ki onların Karanlık Çağ diye bahsettikleri dönem; Roma İmparatorluğunun zayıfladığı, Hristiyanlığı zorla da olsa kabul ettikleri ve ardından kilisenin güçlenerek Antik Yunan dönemindeki bilimsel ve kültürel gelişimin aksine, çöküş yaşadıkları dönemdir. Yani MS 400 ile 1000’li yıllar, Avrupalı tarihçiler için Karanlık Çağ’dır. Peki Karanlık Çağ gerçekten onların anlattığı gibi karanlık bir dönem midir, yoksa kalem oynatarak bazı gerçekleri saklamaya çalıştıkları bir durum mudur? Bu dönemde kilisenin baskısı ile klasik felsefe rafa kalkmış, pozitif bilimler küçük bir grup tarafından gizli faaliyetler olarak yürütülmüş, bunlarla ilgilenenler kilise tarafından kurulan mahkemelerde cezalandırılmıştır. Kilise halk üzerinde öylesine büyük bir baskı yaratmıştır ki insanlar “günah çıkartmak” için servetlerini dökmüş, hatta Papa kendi hazırladığı tapularla halka “cennetten toprak” satmıştır. Peki Hristiyan Avrupa’da bunlar yaşanırken Müslüman topraklarında durum nedir?
Bilimleri sınıflandıran, astronomi mantık, felsefe alanında yetişmiş en önemli isimlerden biri olan Farabi bu dönemde yaşamış bir bilim insanıdır. Eserleri bugün dahi tüm dünyada üniversitelerde okutulan, beyin, kalp ve kan dolaşımı ile ilgili yazdığı Tıp Kanunu isimli eserinin yanı sıra 200’ün üzerinde eseri kalemi alan İbn-i Sina, yine aynı döneme denk gelmektedir. Ekvatorun uzunluğunu küçük bir farkla tespit eden, yıldızların uzaklığını ve açılarını ölçen aletler geliştiren, trigonometrinin temel ilkelerini belirleyen, pozitif bilimler alanında eserler yazan Biruni’de, Avrupa’nın Karanlık Çağ dediği dönemlerde yaşamıştır. Cebirin kurucusu, sinüs, kosinüs ve trigonometri tablosunu tasarlayan Harezmi sizce hangi dönemde yaşamıştır? Hele hele bir mühendislik dehası olan El Cezeri, tek başına bütün bir “Karanlık Çağı” aydınlatacak başarılara imza atmıştır. Batılı tarihçilerin, bu başarıları tarihin karanlık köşelerinde gözlerden uzak tutmak istemelerinin elbette çok önemli bir sebebi vardır. Bugün ülkelerin gelişmişlik düzeyleri bilimsel alandaki başarıları ile ölçülmektedir. Kendini başarılı olarak tanımlayan ülkeler, bilimin tarihsel süreç içerisinde kültürel bir süreklilik sonucu ortaya çıktığını çok iyi bilmektedirler. Bu sebepledir ki kendilerinin karanlık dönemini tüm dünyaya mâl ederek İslam Coğrafyasındaki başarıların üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Tarihsel süreçteki bu başarıları unutan İslam Coğrafyası ise, bugünkü gelinen noktayı tamamen batı medeniyetinin başarısı olarak görmekte ve geri kalmışlığın sebebi olarak kendisine Müslümanlığı gösterenlere inanmaktadır. Batı’nın bugünkü başarısının temellerinin İslam Coğrafyasında ve inancında atıldığını bilmeyen nesiller, batıya hak etmediği bir hayranlık duymakta ve kendilerine haksızlık ederek öz güven eksikliği duymaktadırlar. İslam’ın doğduğu ve dünyaya katkılar sağladığı dönemi “karanlık” diye nitelendirmelerin asıl sebebi de işte bu algıyı oluşturma çabasıdır. Peki buna karşılık İslam Coğrafyası bugün ne yapmaktadır. Maalesef kendi köklerinden kopmuş, “Oku, yaratan Rabbinin adıyla oku” emrini unutmuş, aklını, vicdanını, yönetimini bir takım ülkelerin emrine vermiş, neredeyse İslamiyet’in “karanlık çağına” doğru gitmekte olduklarını göremez olmuşlardır. Bu noktada tüm İslam coğrafyası için görev yine Türk Milletine düşmektedir. Önce ülkemizi karanlık çağa itmek isteyenlerin elinden İslam Medeniyetini kurtarmak gerekmektedir ki bunun için son dönemde çok kararlı adımlar atıldığı ortadadır. Ardından sıra, Batının “Karanlık Çağ” diye nitelendirdiği dönemdeki İslam Medeniyetini tüm dünyaya bir kez daha hatırlatmak için aydınlık bir yol açmaya gelecektir.