Siyasal iletişimde tehlike sınırı

Yayın Tarihi: 26 Mart 2023 Pazar 17:00:00

Güncelleme Tarihi: 26 Mart 2023 Pazar 17:00:00

Bir politik aktörün, yetkili bir ağzın herhalde şu süreçte yapmaması gerekenler listesinde yer alan maddelerden biri de "seçmenin ikna olmadığı-kısmi rahatsızlıklar hissettiği" bir konuyu "kırmızı çizgi" hatlarıyla kestirip atmak.

AÇIK GÖRÜŞ - Burak Örkün

ABONE OL

23 Ekim 2018.

AK Parti ve MHP'nin, Türkiye çatısı altında Cumhur İttifakı'nın sütunlarını yükselttiği "siyasi inşa" süreci.

Türk seçmeninin sağda birlik beklentisinin karşılandığı bahar havası politik atmosfere hakimken bir anda karabulutlar güneşi gölgeledi.

MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, genel af üzerinden kendisine ve partisine yöneltilen eleştirileri göğüslerken andımız özelinde kullanılan bir söyleme çok sert tepki verdi.

Bu tepki öyle boyuta vardı ki "yerel seçimlerde bir ittifak arayışımız kalmamıştır" diyecek kadar büyük çaplı bir iletişim kazası ittifakın kapısına dayandı.

Peki, andımız özelinde politik tansiyonu yükselten söylem neydi dersiniz: "Kırmızı Çizgi."

Şöyle diyordu Bahçeli: "MHP'nin kırmızı çizgisi, Türklüğün varlığı ve bekasıdır. Türkçülüğe karşı çıkıp Kürtçülüğü özendirenler kime ne anlatıyorlar? Biz doğarken varlığımızı Türk varlığına adadık. Atsız der ki, 'Milliyetçilik, milliyeti olmayanlar için faşizmdir.' Eğer Türk olmanın bir bedeli varsa, eğer faturası olacaksa can feda olsun. Seve seve öder, sonuçlarına katlanırız."

Neyse ki kriz kısa sürede Erdoğan-Bahçeli zirvesiyle çözülmüş, şarampole yuvarlanmak üzere olan Türkiye çatısı-sağ ittifak büyük bir badireyi kazasız belasız atlatmıştı.

Tarih tekerrür ederken

Siyasi partilerin programları, seçim beyannameleri temelde birbirinin kopyası gibidir.

Her parti; ekonomik kalkınma, refah, demokratik standartların yükseltilmesi, sosyal devlet kimliğinin güçlendirilmesi, küresel ilişkilerinin ve itibarının arttırılması, askeri varlığının büyümesi, egemenlik ve bağımsızlık dinamiklerinin perçinlenmesi gibi temel başlıkları merkeze alır.

Ancak, alt başlık olarak görülen detaylar, özünde temel bir paradigma farklılığını barındırır ve seçmen kitlelerini yeni havzalara taşır.

Yakın siyasi tarihimizde paradigma değişikliğine yol açan, kitleleri tercih kampları olarak tasnif edilebilir hale getiren iki önemli çıktı var.

Birincisi; tarafı olmaktan çekildiğimiz İstanbul Sözleşmesi.

İkincisi; çokça tartışılan ve "süresiz nafaka" gibi sosyal fay hatlarında derin yarıklar oluşturan, maşeri vicdanı bir türlü rahat bırakmayan ve beraberinde büyük problemler getiren ünlü 6284 yasası olarak bilinen ""Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun."

Bu iki başlığın içeriği, güncel politik polemikler bu yazının konusu olmamakla beraber, asıl mesele iktidar kanadının ikinci bir "kırmızı çizgi" setiyle ittifak adayı namzeti diğer parti ve konuyla ilgili beklenti içinde olan seçmenle arasına ördüğü aşılmaz iletişim duvarıdır.

Ve bu sefer mesele, 2018'de olduğu gibi uygun bir zeminde çözülecek mi bilinemiyor.

İletişimin kaybedenleri: Kırmızı çizgililer

14 Mayıs'ta yapılacak Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri benzerlerine göre farklı bir matematiğe sahip.

Kurulan ittifaklar ve seçmen eğilimleri açısından ilk defa "kararsız seçmen" bu kadar az bir oranla tezahür ediyor.

Yani ittifaklar, oy oranları açısından azami doygunluğa ulaşmış olup kararsız seçmenden gelecek oylar ikinci derecede belirleyici olacak.

Birinci derecede belirleyici unsur ise partilerine ve eğilimlerine sadık bulunan seçmenlerin tedirgin edilmeyerek ve büyük söylem değişikliklerine gidilmeyerek oy davranışlarını tekrar etmesi olacak.

Bu noktada yapılacak asli hatalardan biri de seçmeni "çantada keklik" görüp dayatmacı ve tek taraflı söylemlerle sabır sınırlarını zorlamak, politik istismara tabi tutmak.

Bir politik aktörün, yetkili bir ağzın herhalde şu süreçte yapmaması gerekenler listesinde yer alan maddelerden biri de "seçmenin ikna olmadığı-kısmi rahatsızlıklar hissettiği" bir konuyu "kırmızı çizgi" hatlarıyla kestirip atmak.

Bilhassa AK Parti seçmeni gibi informatif, parti politikalarını takip eden, güncel okumaları ve değerlendirmeleri hayatının içinde tutan bir kitleye "politik dayatmada" bulunmamalısınız.

Zira "kırmızı çizgi" varsa seçmene kulak veren değil, racon kesen bir iletişim efeliği vardır.

"Kırmızı çizgi" varsa iletişim kurmak için parmak kaldıran seçmene, iletişimi kesmek için parmak sallayan bir anlayışsızlık vardır.

"Kırmızı çizgi varsa" politik nezaketi öteleyip benim dediğim olacak diyen nobran dil kullanımı vardır.

Ve "kırmızı çizgi" muhakkak kaybettirir.

Çünkü o noktadan sonra politik mesaj-fayda, iletim-olumlu geri dönüş dengesi bozulur ve kontrol edilemez bir belirsizlik sarmalı içine girilir.

Ekmeleddin İhsanoğlu'nun Cumhurbaşkanı adaylığını açıklamasının ardından Kemal Kılıçdaroğlu'nun tıpış tıpış oy vereceksiniz çıkışı ibretlik bir vesikadır.

Bugün iktidar tecrübesiyle yoğrulmuş politik bir aktörün, aynı yola çok daha hassas bir konuda tevessül etmesinin önümüzdeki süreçte tüm yönleriyle ele alınma ihtiyacı hasıl olmuştur.

Seçmen kitlelerine "kırmızı çizgi" açıklamasında bulunmak, o siyasi hareketin ya da grubun liderinin tasarrufunda olmalıdır.

Kitleler lidere inanır, güvenir, oy verir.

Bu gerçeği hakkıyla okuyamayan kurmaylar ya siyasi gücün doğurduğu iletişim zehirlenmesine maruz kalmış ya da yetki gaspıyla diğer bir hataya düşmüştür.

Elbette bazı hataların bedeli yalnızlık olabilmektedir.

Burada siyasal iletişim açısından sorumluluk alarak restorasyon için ilk fırsatı kullanmak önemlidir.

Bu konu hakkında konuşmama kararını bildirmek yoluyla gibi yeni bir iletişim daralmasını tercih etmek ise hatadan hatalar zincirine evrilen kaotik bir süreci doğuracaktır.

Seçmen için nihai mesaj

Gelelim "kırmızı çizgi" kazasının seçmen nezdinde cevaplanması gereken temel sualine?

Bu iletişim kaosu bizzat aktörü tarafından çözümlenmediğine göre kurumsal bir tavırla şeffaf ve seçmen tarafından anlaşılacak net ve kısa bir mesajla noktalanmalı.

Kişilerin görüş ve beyanları bu konuda kurumun beyanından farklı ise yine kurum tarafından açık bir şekilde bilgilendirilme yapılmalı.

Siyasi partilerin, iç işleyişi bakımından farklı görüşleri barındırması, bunun kamuoyunda bilinir olması elbette demokratik siyaset kültürü açısından önemlidir.

Seçim sathında bulunan siyasi partiler için bu durum daha farklı.

Seçmenin oy verme eğilimini etkileyecek meselelerde iletişim kanallarını tıkayan, parti içindeki çoksesliliği ve demokratik hazım kapasitesini seçmenden esirgeyen bir dayatma sandıkta olumlu bir çıktıya dönmemiştir, dönmesi de mümkün görülmemektedir.

Unutulmaması gerekir ki talepleri ve siyasi kimliğine dair beklentileri karşılan(a)mayan seçmenler tercihlerinde bardağa dolu tarafından baksa da aradığı cevaplar açısından muhatap bulamayan, cevapsız kalan seçmen bardağın boş tarafından bakmayı tercih edecektir.

AÇIK GÖRÜŞ - Burak Örkün